Uzun bir aradan sonra yazıyorum. Askerlik bitti. Aslında şu günden itibaren yeni "asker"lik başlıyor gibi geliyor. İş-güç, evlilik, çoluk-çocuk, torun-tombalak ooh baby...
Şimdi de geçmiş zamanın özeti...
Altı aylık askerliğim boyunca en iyi dostlarım Lana del Rey, Iron Maiden (ikisi ne alaka demeyin, o zamanlarda çok çok normal böyle esintiler) ve şehir içindeki nöbet kulübelerini ziyaret eden; Fenerbahçe'ye dair hatırlamadığı konu olmayan lakin hayata dair hiçbir fikri kalmayan hafif kırık abimizdi.
Fenerbahçe dediğimde sabaha kadar konuşurdu tabii. Hele bir Mirsad Türkcan sevgisi var ki, sadece Alex sevgisi ile yarışırdı.
-ve bir de yalnızlık vardı.
Günün sekiz saatini kendi kendine geçirince, insanın düşünecek çok şeyi oluyor. Saçma salak şeyler beyninizi meşgul ediyor. Çoğu zaman "ne işim var burda ya" dediğiniz de oluyor tabi, yeni askere gidecekler varsa ümitsizlik içine düşmesinler o hale gelince.
Altı ay hakkında pek çok şey de hatırımda tabii ki. Askerlik anılarını anlatan arkadaşlara "ne sıkıcı yermiş" dediğimi de hatırlarım haliyle. Şimdilerde hak veriyor muyum, hayır. Fikrim değişmedi. Bu yüzden sadece filmin akışını devam ettirmeme yardım edecek bir tanesini paylaşıyorum;
Öğle saatleri, muhtemelen okulların dağılış zamanı. İlkokul bir ya da iki öğrencisi iki çocuk... Kız ve erkek el ele tutuşmuş, yürüyorlar. Kar da onların haline ayak uydurur gibi o kadar tatlı yağıyor ki, ben de yerimden çıkıp o tabloya yaklaşma gereği hissediyorum. Tam onlarla konuşmak için laf atmak üzereyken;
"Kız: On yıl sonra da burada, bu şekilde yürüyeceğiz değil mi?
Erkek: ımm.. ney?"
Bu an, o günün müthiş keyifli geçmesine neden oluyor. Sebebiyse erkeklerin her yaşta aynı olabileceği gerçeği. Odunluk doğamızda var sanıyorum. Fransızları ayrı tutuyorum tabii ki. Gerçi onların askeri başarıları (!) hakkında çokça fıkralar dinledim lakin iyi bir asker olmak mı; iyi bir aşık olmak mı?.. Yerine göre sanırım. Aslında... Neyse popülist takılıyorum şu aralar.
Bu yazının konusuna daha yeni gelebildik. Bazı şeylerden uzun süre uzak kalınca eski tadı tekrar alabiliyor muyuz?
Bu sorunun benim için cevabı kocaman bir hayır oldu...
Gözlerimi kapatıp müzik dinlemekten, arkadaşlarımla sinemaya gitmekten veya hatun kişisiyle piknik yapmaktan aldığım tad, eskisinin çok çok uzağında.
Her olguyu basite indirgemekten kaynaklanıyor sorun. "Aman ya, zaman geçsin"e geliyor düşünceleriniz çünkü kendinizi uzun süre sadece zamanı geçirmeye yoğunlaştırdınız.
Filmde bir sahne olur, "bu ne şimdi". Yeni bir grup dinlersiniz, "bu ne böyle".
Tahammül sınırlarınız, yaşlı-huysuz ihtiyar kıvamındadır çünkü.
Ama ama...
Askerlik veya başka bir konu... Bu Erasmus veya uzun bir iş-proje bitirme süreci de olabilir. Uzak kalmak kötü şey. Tadı başka.
Daha derinden bakalım,
Uzak kaldığınız kişileri tanıyalım;
Aile: Sık sık konuşsanız da, döndüğünüzde çoğu şey eskisi gibi olmuyor. Önceleri de nadiren birlikte olabiliyordunuz, bu sefer farklı. Bir bariyer var arada. Hani uzaklık akılda artık. Yabancılık gibi de değil, çok başka bir şey. Çoğu şey dokunmaya, resmen batmaya başlıyor iki tarafa da. Uzaktan da olsa.
Sevgili: Burası biraz daha zor. "İlla ki yanımda olsun"culardansanız iş zaten bitiyor. "Uzaktan da severim"cilerdenseniz de biraz daha geç bitiyor. "Aman olsun, idare etsin. Gittiği yere gider"cilerdenseniz ise bitmiyor. Gözlemlerim sonucu itibariyle emin olabiliyorum bundan.
Arkadaş: İyiyle kötüyü ayırt edebiliyorsunuz. Sizi arayıp sormalarından değil, sizinle konuşurken onların içindekileri çok iyi hissedebildiğinizden. Sizin için özel olan insanları gayet iyi ayırt edebiliyorsunuz, hem süreç içerisinde; hem de süreç bittiğinde.
Peki uzak kaldığınız dünyaya ne kadar yabancılaşıyorsunuz?
- Çok fazla değil.
Sorun şu ki, kendinizi belli bir olgudan soyutlamak isterseniz uzağa gitmenize gerek yok. Duymak istediğinizi duyabiliyor, görmek istediğinizi görebiliyor oluşunuz; duyuların eski etkilerini yarattığını da kanıtlamıyor. Açıkçası, argo tabir olacak belki ama biraz salağa bağlıyorsunuz kendinizi. Kavramada zorluklar oluşuyor lakin alışıyorsunuz. Belli çerçevede sohbet etmeye ve insanlarla belli konular dahilinde iletişim kurmaya alıştığınız için; kavrayışınız direk o çerçeve ile ilişkilendiriyor yeni her konuyu.
Belli bir çerçevede kalmak sizi, düşüncelerinizi ve mimiklerinizi basitleştiriyor; tek düze hale getirmekle kalmayıp rahatsızlık verici biri yapabiliyor.
Siz siz olun, sevdiğiniz şeylerden -bunlar soyut da olabilir somut da- uzak kalmayın. Fiziki olarak değil, mental olarak...