Geri döndük!
2016/01/16
Spotify çalma listesi için tıklayın.
Selam dostlar!
Son postun üzerinden bir seneden fazla süre geçmiş. Hem Dicle, hem de ben buraları bildiğiniz nadasa bırakmışız. Yine de uğramayı kesmeyip eski yazıları didik didik edenleriniz olmuş. İlgisizlikten bahçesinde ayrık otu türemiş bu evden ayrılmamışsınız. Bunun için minnetarız.
Geçen süre içerisinde gerek içeride, gerekse dışarıda pek çok değişiklik yaşandı. Hiçbiri de yarınların daha güzel olacağını müjdelemedi. Yine de başka bir gün daha yaşamak için hayatlarımıza devam ediyoruz.
Uzak kaldığımız aslında sadece blogumuz değil, sevgili Dicle'mizle de pek uzak kaldık. Nice masadan birlikte kalktığımız, ayakkabılarımızdaki kumu dökmeden eve giremediğimiz, son Efes Dark Brown şişesi için kavga ettiğimiz günler-geceler arasına uzunca aylar girmişti. Neyse ki arayı biraz kapatabildik. Kendisi hayatına başarılı fakat iş yerine sadakati olmayan (yazar burada gülüyor) bir iş kadını olarak devam ederken ben de radikal bir kararla pek hoşlanmadığım bir şehirde yeni bir hayat kurmuş durumdayım. İkimizin de markete gidecek kadar vakti olduğu bir dönemden yeni çıktık. Sorarsanız, ikimiz de iyi; çoluk çocuk yok, aday yok. Esra Erol'luk halden bir önceki safhadayız. Dicle halen Beşiktaşlı, ben halen Fenerbahçeli'yim. Kendisini doğru yola döndürmek için bir kaç senem kalmış olmasından korkuyorum...
Şimdi gelelim dükkanı tekrar açmamıza neden olan yazıya. Mail kutusuna düşen bir mesajda, yazı paylaşmıyor dahi olsak Yol Arkadaşları serisine devam edilmesi rica edilmiş. Şaşırtıcı ve aynı derecede hoş olan bu mailin ardından, yeni bir yol arkadaşları listesi paylaşılması gerekliydi. Öyleyse başlayalım.
1. MGMT - Kids
2. Moby - Extreme Ways
3. Bloodhound Gang - Foxtrot Uniform Charlie Kilo
4. Marty Robbins - Big Iron
5. The Temper Trap - Sweet Disposition
6. Supergrass - Mary
7. Interpol - Tidal Wave
8. The Last Shadow Puppets - Gas Dance
9. Florence and the Machine - Girl with One Eye
10. The Strokes - Metabolism
11. Jamie Lovatt - Everybody's Free
12. the innocence mission - Keeping Awake
13. Oasis - Wonderwall
Bireyin Yanlış Eğitimi - Bütünün Sinir Hastası Oluşu
2014/12/24

- Bunlar nasıl okumuş, kim mezun etmiş?
Okul yıllarımda bu derece farkında değildim; aynı sıraları paylaştığım kişiler yarın bir gün bankaya fatura yatırmaya gittiğimizde basit bir işlemi ağırdan alıp bizi kuyrukta bekletenler, mecliste kürsüye çıkıp bel altı fıkra anlatanlar, kolunuza haber vermeden hart diye iğneyi sokan hemşireler, usta sağda inecek var diyince iki kilometre ötede bırakan dolmuşçular ve en önemlisi gelecek nesilleri olgunlaştıracak akademisyenlerdi.
Evet, aramızdan çok iyi kişiler çıkacağı gibi yukarıdaki örneklere benzer kişiler de çıkacaktı.
Yine de bir Dış Ticaret mezununa ithalat sürecini hatırlatmamız veya bir üretim mühendisine zaten kendi bünyemizde yapacağımız talaşlı imalat payında kalan çatlaktan dolayı yarı mamüle red veremeyeceğini söyleyeceğimiz aklımdan geçmezdi.
İnsanlar bir sorunla karşılaştığında onu çözmeyi angarya, ek iş görüyor. Bana kalırsa bu gerçek teknik/akademik yeterlilikten çok davranış eğitimiyle, eğitim hayatının başından beri kişinin fikir gelişimine çizilen sınırlarla alakalı.
Örneğin okul öncesi öğretmenliği diye bir bölüm var üniversitelerde. Bu bölümden çıkan kişilerin nasıl bir çoğunluğu çocuk psikolojisi yoğunluklu bir eğitim alıyor, "aman mezun olup, kpss'yi halledelim de... oyunlarla, boyama kitabıyla geçer gün, gelsin maaş" mantığında zaman geçirip mezun olabilmek ne kadar mümkün?
Okul öncesinden, lise eğitimine kadar geçen süreçte; yaratıcılığı özendirici kaç ders var? Bu dersleri yürütebilecek kapasitede eğitmen yetiştirme kabiliyetimiz var mı?
Öğrenci başına düşen eğitmen hedefimiz spesifik mi, yoksa -örneğin- "Ankara'da 20 Fizik öğretmeni açığı var, atama yapılacak" şeklinde mi?
Dördüncü sınıftan itibaren okutulan İngilizce'yi kaç kişi yeterli seviyede konuşabiliyor? Cumhuriyet öncesi döneminin eserlerini, anlayabilecek derecede okuyabilmek için kaç yıl ve nasıl eğitim verilmesi gerektiği dizayn edildi mi? Bunun için günlük ders saatini mi artıracaksınız yoksa var olan bir dersi mi kaldıracaksınız, yeterli eğitmeniniz var mı?
Aslında bu işin içinde olanlar çok daha derin sorular sorabilirler, cevaplar aşağı yukarı aynı olacaktır.
Türk Eğitim Sistemi'nin ciddi anlamda bir "tam kapsamlı elden geçirme"ye uğraması gerekli ve bunu yapması gereken kişiler, yeterince açık görüşlü ve idealist kişiler mi? İnsanı karamsarlığa iten de bu.
Ben bir eğitimci değilim lakin günlük hayatta karşılaştığım örnekler beni bu yazıyı yazmaya itti. Bir ülkede eğitimden önce gelen kaç konu vardır ki buna yıllardır değişen hükümetler bir türlü çözüm bulamamıştır? İnsanlar en küçük spor müsabakasında dahi birbirlerine en ağır sözleri söyleyecek duruma geldiyse, ötekileştirme yapılmadan tartışma yapılamıyorsa, konu niye hiç kökten incelenmiyor?
Umarım yeni jenerasyonlar eğitimin, özellikle davranış eğitiminin önemini kavrar da ülke iş ve davranış etiği bakımından biraz daha yukarı taşınır. Yoksa gidişat pek iç açıcı değil.
Enkaz Devralmak
2014/10/29
Hayatımız boyunca mutluluk ve hüzün biriktiriyoruz.
Capri Sun paketlerini patlatabildiği için aranan adam olan arkadaşımıza gülerken, beşinci sınıf kantininde hayatımızın ilk hayal kırıklığını tecrübe etmenizi sağlayan mavi gözlü kızı da hatırlıyoruz. Yıllar boyunca topladığımız yük o kadar birikiyor ki, kimimiz için bu yükün hayal kırıklığı tarafı daha ağır basıyor. Hayal kırıklıklarının oluşturduğu bu enkazı paylaşmayı denediğimiz kişiler de bazen beklentinin tam tersini yaparak yeni taşlar bırakıyor bu enkazın üzerine...
İçinden çıkılmaz bir durum gibi görünüyor değil mi? Değil aslında. Sorun biziz.
Mahallede top oynarken camını kırdığınız esnaf "olur oğlum böyle şeyler, yaptırırız" diyip ağlamanızı susturuyorken, kalecinin annesi aynı hafta sizin bilerek sürekli cam kırdığınızı ve çocuğuna kötü örnek olduğunuzu annenize söylediğinde iki yüzlülüğün ne demek olduğunu öğrenmeye başlıyorsunuz.
Koçunuz, sadece son sınıfta olduğu için sizin yerinize başkasına daha fazla süre verince, hayatta aslında pek çok işin kaba tabirle "torpille" döndüğünü anlamaya başlıyorsunuz.
Lisede yakışıklı çocukların yanında olan kızların, üniversitenin sonu yaklaştıkça akıllı çocukların yanına doğru kayışının "para-çokomel eğrisi"ni kanıtlayışına tanıklık ediyorsunuz.
Bir gece telefondan ölüm haberi alınca ayakta kalmaya çalışmayı tecrübe ediyorsunuz
Bilmem kaç dille ve türlü proje başarısıyla bulunduğunuz noktada kalabilmenizin, mesleğinizle alakalı olmayan işleri başarıp başaramamanıza bağlanmasıyla özel sektörü tecrübe ediyorsunuz.
Bu tarz örnekleri kendi geçmiş ve günümüzle bağdaştırarak çoğaltabiliriz.
Tüm bunları yaşarken etrafımızda bize destek olanların yanında, hayatını "ben olsam şöyle yapardım" ile geçiren bir kitle de var. Hepimiz doktor, hepimiz futbolcu, hepimiz birer politikacıyız. Pek çoğumuzun hayatında en çok yaptığı hata kişileri aklımızdaki kalıplara sokmak. "Bana çiçek getirsin, beni sevsin, yalan söylemesin, ayda şu kadar para kazansın, kötü günümde yalnız bırakmasın vs. vs." tamam bunlar güzel şeyler de, siz ne verebiliyorsunuz? Hastalandığında bir tas çorba yapabilir misiniz? Pazar gecesi deli gibi yağmur yağarken "abi bir kişi eksik, ne olur be?" dediğinde 23:00-24:00 halı sahaya gider misiniz?
Bunu lisede ben çok yapardım. Yabancı dilde şarkılar dinliyoruz, bir de sinemada Hollywood esiri olmuşuz ya hani; arkadaşlarım veya kız arkadaşım İngilizce bilmezse birlikteyken o duyguları yaşayamayız, ileride çok sıkıntı çekeriz diye düşünüyordum. Şimdi diyorum ki cidden su katılmamış salakmışım. Büyükelçiliğe eleman mı arıyosun yoksa eş-dost mu? İnsanın başlıca kriteri bu olur mu...
Gelgelelim; tek sebep kökenli, enkazı çok bir insan oldum zaman geçtikçe. Aradığım şeyler bambaşka oldu. Pek tabii, bu geçen zamanda bende aranan noktalar da değişti. İnsan özellikle çalışma hayatına girdiğinde etrafına fazla vakit ayıramamaya başlıyor, çok da seviyoruz işi bahane göstermeyi bu konuda lakin ciddi etkisi var. Arkadaşlarınızla saatleriniz denk gelmiyor, tam zaman yaratıyorsunuz kız arkadaşınız "ben izin aldım, ne yap ne et iki gün boşalt bir yere gidelim" diyor. Birinden birini seçmeye başladığınız yaşlar geliyor. Bu yaşların enkazı uzaklaştığınız dostlarınız ve işinizin size genelde olumlu dönüşü olmayan stresi oluyor.
Peki enkaz kime yükleniyor? En yakınımızda kim varsa. Gün geliyor yükler eve seve paylaşılıyor, gün geliyor balkondan anahtarı atmak sorun oluyor. Yine de günün sonunda bu yükler, yeri geldiğinde enkazlar paylaşılıyor. Ama eşle, ama dostla...
Mutluluğu da hüzünü de tek başınıza yaşamayın. Hele ki Sonbahar'ınızı asla.
Bu yazının yegane yazılış amacı, bugün yan masadaki arkadaşının başını, bir Berkecan yüzünden, Berkecan'ın unutamadığını düşündüğü eski sevgilisi yüzünden yiyen genç arkadaşımızdı. Enkaz devraldığını düşünüyordu... Yazının tonunu yumuşatan da Berkecan'ın tek erkek olmadığını anlatan kısa boylu arkadaşıydı. Uzun ve mutlu bir arkadaşlığınız olur umarım, lütfen yirmi iki yaş enkazınızda boğulmayın. O yığın gittikçe artacak.
Hiç Edilen Yerli Şarkılar Vol.2
2014/05/15
Yine bir yemek vesilesiyle...
Öğle yemeğinde karşılaştığımız domates çorbası (salça suyu), kabak dolması ve börek menüsünden hafif yana adımlayarak uzaklaştım ve elimi telefonuma atıp etrafı kolaçan ettim. Whatsapp sayesinde yine o anlamsız ve akşam düşündüğümde ne konuştuğumuzu pek hatırlamadığım, lise zamanlarındaki Bursa Heykel ve Adliye tarafı gece sohbetlerinden kalma; bizim dönemimizin "abi" ve "abla"larıyla kıyasıya bir sohbete girdik (yazar burada aslında öğle arası kavramına pek uymadığını ima ediyor ve biraz da artistlik yapıyor gibi).
Bir süredir yazmak istediğim fakat genelleme anlamında olmaması için güzel bir ortam beklediğim Hiç Edilen Yerli Şarkılar'ın ikinci yazısı için gerekli ortamı yakaladım.
Beklenen an gelmişti.
O güzelim, dillere destan lakin klibi olmayan şarkıları arıyorduk beynimizin derinliklerinde...
Bunu neden yaptığımıza anlam veremesek de... Yaklaşık yarım saatte bir aylık Whatsapp kullanımı yapmış olsak da. Yeni bir beşliye karar verdik.
Beşinci sırada; ilk önerinin ardından çok fazla tartışmadan Teoman - Hiç Kimse Bilmez. Klibinin olmaması büyük bir eksik bana göre. Klibinin çekileceği lokasyon bile belli, Foça.
Dördüncü sırada; Kargo - Sürgün. Aslında tüm albümlerini ortaya döksek, yerli B-side'ın kesinlikle ve kesinlikle önde gelen isimlerinden biri Kargo olurdu. Sahi, niye dağılmışlardı?
Üçüncüyü sırada; Sezen Aksu - Şimal Yıldızı var. Hiç hesapta yoktu bu şarkı aslında ve birinin telekon yapıp şarkıyı mırıldanması gerekti hatırlamamız için. Nasıl şanslı bir nesiliz ki bu şarkılara yetişebildik. Önceki yazıda Yasemin Mori'nin Aslında Bir Konu Var'ı için yapılan yorum Şimal Yıldızı için de geçerli; kısa film tadında bir klip bu şarkıyı ölümsüz yapabilirdi.
İkinci sırada; Bülent Ortaçgil'in Değirmenler'i var. Birsen Tezer'den Şebnem Ferah'a pek çok kişiden dinledik. Hatta klip mahiyetinde sayabileceğimiz pek çok canlı kayıt bulunmasına rağmen Değirmenler başlı başına öyle güzel bir klip olabilirdi ki... Günün akşama değmeye başladığı vakitte şehrin silüetini yakınlaşarak alan... Eminim hepimizin Değirmenler ile özdeşleştirdiği anlar vardır. Ayrıca bu şarkı, benim listemin birinci sırasındaydı, oylamaya takıldı.
Birinci sırada ise sıralamaya dahil etmeye dahi çekindiğimiz bir şarkı var ki... Barış Manço'nun Gamzedeyim Deva Bulmam'ı. Benim bu şarkıyla tanışmam çok çok geç oldu. Masada rakı varsa aklıma ilk gelen şarkıdır halen. Hem Barış Manço'nun hem de böyle bir şarkıyı bana sevdirenin toprağı bol olsun. Belki de zamanın şartlarından dolayı klipsiz kalmış bu şarkı. Etrafta duyulan pek çok Barış Manço şarkısının arasında Gamzedeyim Deva Bulmam'ın yer almıyor oluşu tamamıyla şarkının ruhuna ihanet etmemek amaçlı bence. Bu şarkıyı berbat etmek gerçekten ihanettir çünkü.
Listeye dönüp bakınca "Hiç Edilmiş" kelimesinin tüm bunlar için yerinde olup olmadığına karar veremiyorum. Belki daha geniş kitlelere yayılamayışın ve saklı kalışın bir nedeni klipsizlik, belki de bu şarkıları değerli kılan olgu. Buna karar verebilmek için bir kaç kişiden daha kalabalık olmak gerek sanıyorum ki.
Bir de rakı masası playlisti gibi olmuş, toplanan insanların fıtratından olsa gerek.
Fifth of November-Reloaded
2013/11/05

Hiç Edilen Yerli Şarkılar vol.1
2013/08/02

Çapa derken?
2013/06/21
Play it again Sam!
2012/07/06
Öyle bir çaba, öyle bir koşuşturma... Herkes bir şeylerin peşinde; elinde çantalar, aklında sorular. Konuşurken gözleri kaçırmalar, akılda seksen sekiz düşünceyle boş bakışlar...
Evet, bugünlerde insanlar... Yanındaki kişinin statüsü ne olursa olsun, aile-eş-dost-arkadaş-bir yabancı, değerinin her daim azaldığı zamanlar. Nereden çıktı peki durup dururken bu sözler?
Zaman yaratamıyoruz. Peki neden? Kendi kafesimizdeki tekerlekle çok fazla meşgulüz. Bu yüzden de değil aslında. Kurduğumuz o tekerlekle çok fazla meşgulüz.
Dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz ve bir bakmışız ki yine kendimizi kandırmışız. Tekerleğe çıkmadan neysek şu anda da o'yuz. Tekerleğin tepesindeyken öğüttüğümüz kişiler de hayal meyal görünür olmuşlar. Herkes kendi kafesinin hakimi. Bellidir ki kapısı dışarıdan kilitli, sanıyoruz içerisi bizim dünyamız.
Uzun zamandır görmediğiniz, göremediğiniz biriyle tekrar karşılaştığınızda niye iki kişi de numaralarını kaybetmiş veya "çok yoğun" oldukları için birbirlerini arayamamış olurlar? Çünkü kafes yeniden dizayn edilmiş. Her yıl belki de her ay dekorasyon masrafına ruhu dayanmamış.
Bence biz bu kafes işini biraz fazla abartıyoruz. Yeni başlangıçlar için ortamı aynı bırakıp tekerleğimizi değiştiriyoruz.
Sonuçta somutlaştırıyoruz.
Back in Town
2012/06/04
Uzun bir aradan sonra yazıyorum. Askerlik bitti. Aslında şu günden itibaren yeni "asker"lik başlıyor gibi geliyor. İş-güç, evlilik, çoluk-çocuk, torun-tombalak ooh baby...
Şimdi de geçmiş zamanın özeti...
Altı aylık askerliğim boyunca en iyi dostlarım Lana del Rey, Iron Maiden (ikisi ne alaka demeyin, o zamanlarda çok çok normal böyle esintiler) ve şehir içindeki nöbet kulübelerini ziyaret eden; Fenerbahçe'ye dair hatırlamadığı konu olmayan lakin hayata dair hiçbir fikri kalmayan hafif kırık abimizdi.
Fenerbahçe dediğimde sabaha kadar konuşurdu tabii. Hele bir Mirsad Türkcan sevgisi var ki, sadece Alex sevgisi ile yarışırdı.
-ve bir de yalnızlık vardı.
Günün sekiz saatini kendi kendine geçirince, insanın düşünecek çok şeyi oluyor. Saçma salak şeyler beyninizi meşgul ediyor. Çoğu zaman "ne işim var burda ya" dediğiniz de oluyor tabi, yeni askere gidecekler varsa ümitsizlik içine düşmesinler o hale gelince.
Altı ay hakkında pek çok şey de hatırımda tabii ki. Askerlik anılarını anlatan arkadaşlara "ne sıkıcı yermiş" dediğimi de hatırlarım haliyle. Şimdilerde hak veriyor muyum, hayır. Fikrim değişmedi. Bu yüzden sadece filmin akışını devam ettirmeme yardım edecek bir tanesini paylaşıyorum;
Öğle saatleri, muhtemelen okulların dağılış zamanı. İlkokul bir ya da iki öğrencisi iki çocuk... Kız ve erkek el ele tutuşmuş, yürüyorlar. Kar da onların haline ayak uydurur gibi o kadar tatlı yağıyor ki, ben de yerimden çıkıp o tabloya yaklaşma gereği hissediyorum. Tam onlarla konuşmak için laf atmak üzereyken;
"Kız: On yıl sonra da burada, bu şekilde yürüyeceğiz değil mi?
Erkek: ımm.. ney?"
Bu an, o günün müthiş keyifli geçmesine neden oluyor. Sebebiyse erkeklerin her yaşta aynı olabileceği gerçeği. Odunluk doğamızda var sanıyorum. Fransızları ayrı tutuyorum tabii ki. Gerçi onların askeri başarıları (!) hakkında çokça fıkralar dinledim lakin iyi bir asker olmak mı; iyi bir aşık olmak mı?.. Yerine göre sanırım. Aslında... Neyse popülist takılıyorum şu aralar.
Bu yazının konusuna daha yeni gelebildik. Bazı şeylerden uzun süre uzak kalınca eski tadı tekrar alabiliyor muyuz?
Bu sorunun benim için cevabı kocaman bir hayır oldu...
Gözlerimi kapatıp müzik dinlemekten, arkadaşlarımla sinemaya gitmekten veya hatun kişisiyle piknik yapmaktan aldığım tad, eskisinin çok çok uzağında.
Her olguyu basite indirgemekten kaynaklanıyor sorun. "Aman ya, zaman geçsin"e geliyor düşünceleriniz çünkü kendinizi uzun süre sadece zamanı geçirmeye yoğunlaştırdınız.
Filmde bir sahne olur, "bu ne şimdi". Yeni bir grup dinlersiniz, "bu ne böyle".
Tahammül sınırlarınız, yaşlı-huysuz ihtiyar kıvamındadır çünkü.
Ama ama...
Askerlik veya başka bir konu... Bu Erasmus veya uzun bir iş-proje bitirme süreci de olabilir. Uzak kalmak kötü şey. Tadı başka.
Daha derinden bakalım,
Uzak kaldığınız kişileri tanıyalım;
Aile: Sık sık konuşsanız da, döndüğünüzde çoğu şey eskisi gibi olmuyor. Önceleri de nadiren birlikte olabiliyordunuz, bu sefer farklı. Bir bariyer var arada. Hani uzaklık akılda artık. Yabancılık gibi de değil, çok başka bir şey. Çoğu şey dokunmaya, resmen batmaya başlıyor iki tarafa da. Uzaktan da olsa.
Sevgili: Burası biraz daha zor. "İlla ki yanımda olsun"culardansanız iş zaten bitiyor. "Uzaktan da severim"cilerdenseniz de biraz daha geç bitiyor. "Aman olsun, idare etsin. Gittiği yere gider"cilerdenseniz ise bitmiyor. Gözlemlerim sonucu itibariyle emin olabiliyorum bundan.
Arkadaş: İyiyle kötüyü ayırt edebiliyorsunuz. Sizi arayıp sormalarından değil, sizinle konuşurken onların içindekileri çok iyi hissedebildiğinizden. Sizin için özel olan insanları gayet iyi ayırt edebiliyorsunuz, hem süreç içerisinde; hem de süreç bittiğinde.
Peki uzak kaldığınız dünyaya ne kadar yabancılaşıyorsunuz?
- Çok fazla değil.
Sorun şu ki, kendinizi belli bir olgudan soyutlamak isterseniz uzağa gitmenize gerek yok. Duymak istediğinizi duyabiliyor, görmek istediğinizi görebiliyor oluşunuz; duyuların eski etkilerini yarattığını da kanıtlamıyor. Açıkçası, argo tabir olacak belki ama biraz salağa bağlıyorsunuz kendinizi. Kavramada zorluklar oluşuyor lakin alışıyorsunuz. Belli çerçevede sohbet etmeye ve insanlarla belli konular dahilinde iletişim kurmaya alıştığınız için; kavrayışınız direk o çerçeve ile ilişkilendiriyor yeni her konuyu.
Belli bir çerçevede kalmak sizi, düşüncelerinizi ve mimiklerinizi basitleştiriyor; tek düze hale getirmekle kalmayıp rahatsızlık verici biri yapabiliyor.
Siz siz olun, sevdiğiniz şeylerden -bunlar soyut da olabilir somut da- uzak kalmayın. Fiziki olarak değil, mental olarak...
Askerlik ve Dahası...
2011/12/24

Bir 5 Kasım Hikayesi - Reloaded
2011/11/05

All For Van
2011/11/04

The Hall Urban Style, Van depreminde zarar görenlere yardım eli uzatmak amacıyla 4 Kasım Cuma akşamı “the hALL for VAN” etkinliğiyle, 3 mekanda (The Hall, Bubble, Blow), ünlü isimleri dj kabininde ağırlıyor.
“the hALL for VAN” etkinliğine katılan isimler DJ setleriyle performans göstererek VAN’da yaşanan felaketin yaralarını sarmaya çalışacak.
Etkinliğin amacı, birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımız olan şu zamanda bir araya gelerek geceden toplanan tüm geliri Van şehrine ve depremzedelere en ivedi desteği veren AKUT Arama Kurtarma Derneği’ne ulaştırmak.
Etkinlikte çalışan, destekleyen, sahne alan, satış yapan herkes gönüllüdür, performans sahipleri ücret talep etmemiştir. Gecede elde edilen tüm gelirler AKUT Arama Kurtarma Derneği’ne bağışlanacaktır. Bu özel geceye performansları ile katkı sağlayacak isimler:
Ashkan, Aslı Köse, Aylin Aslım, Badmonkey, Barış Bergiten, Bee Project, Berna Öztürk, Can Ergün, Cem Özel (WUFI), David Seboy, Disco Log, Discomen, Dyg, Elif Tanrıbilir, Haykmusic, Kıvanç K, Mehmet Teoman, Murat Uncuoğlu, Oben Budak, Oz-e, Öykü Serter, Özgür Bay, Sarp Dakni, Tan Tunçağ (Portecho), Yasemin Kozanoğlu,
Kapı açılış : 22:00
Giriş : 10 TL
http://www.thehallistanbul.com/
http://www.urbanbugtr.com/
http://www.solarbeach.org/
www.twitter.com/thehallevents
www.twitter.com/urbanbugoffical
Edebiyatın Ülkemiz Kurumları ile İmtihanı
2011/09/30

Büyük Ev Ablukada @ Eskişehir - 3 Nisan 2011
2011/03/30

One Mean Holiday Ballad
2011/02/04

Son aramızı verdik okuldaki, kışlaya yaklaştıkça tansiyon artıyor haliyle. Bir yandan iş görüşmesi yapılan şirketler için hazırlanan deneme projeleri, diğer yandan körelmeye doğru giden İspanyolcanın tekrar belinin doğrultulması derken nasıl geçti anlamadık Eylül-Şubat maratonu. Bahsi geçen işleri rayına oturtmak ne kadar zor olsa da bir o kadar zevkliydi. Uğraştıkça daha fazla tat aldığım pek fazla şey hatırlamıyorum bunun gibi...
Şöyle Oldu Böyle Oldu - 15
2011/01/06

Son yazımın üzerinden altı ay kadar geçmiş. Dönüşü en sevdiğim seriyle yapmak istiyorum ve şekil gözetmeksizin yazdığımız bir "Şöyle Oldu Böyle Oldu" yazısına daha giriş yapıyorum. Bu arada blog görünümünü de değiştirmiş bulunuyoruz. Görüşlerinizi yorum kısmına iliştirebilirsiniz.
Rubinacci Efsanesi
2010/08/13

Şöyle Oldu Böyle Oldu - 14
2010/07/29

Blog, tarihinin en sessiz zamanlarını yaşıyor şu aralar. Dicle'nin harika okul performansından sonraki haklı tatili, benim de okul ve İspanya hazırlıklarım arasında bu tarafa hiç zaman kalmadı.