Uyarı!

Bu blogda sinema, kitap ve müzik ile ilgili yazılar bulabileceğiniz gibi; deli saçması üretimlerimizle de karşılaşabilirsiniz.

Yazarlar

Savages (2012)

2013/12/07

Az olan boş zamanımı film izleyerek karar verdiğim bir akşamüstünü hayal kırıklıklarıyla bitirirken duygularımı ifade etmeden geçemezdim. Bir hayal kırıklığı olarak bkz: Savages (2012)

Oyunculuktan mı başlasam senaryodan mı bilemedim. Filmdeki herşey o kadar kötü ki! Oliver Stone gibi Platoon filmini çekmiş bir yönetmenden böyle bir film beklemezdim. Korkutucu gösterilmeye çalışılmış sahneler, hiç gerçekçi gelmeyen olaylar, abartı kan kullanımı... 

Filmdeki tek güzel kısım (SPOILER) gerçek olmasını ümit ettiğim ilk sondu. Ardından gelen esas son ile hayallerim daha da yıkıldı, boşa harcadığım zamana üzülerek bitirdim filmi. 

İzlemediyseniz, izlemeyin. Benden söylemesi.

Remember, remember!

2013/11/06

5 Kasım günü ve Londra'dayım. Heycanım doruklarda. 1 Kasım akşamından beri yer yer atılan havayi fişeklerle günlerdir merakla bu akşamı bekliyorum. Farklı yerlerde havayi fişek gösterileri olacak. Söylemler yayılmış tüm şehirde. En büyük ve açık alanı en geniş olan parkı seçtim izlemek için. Sabırsızlanıyorum bu çoşkuya katılmak için. Ve 5 Kasım akşamı...

Şunu söylemeliyim ki hayal kırıklığına uğradım. Yıllardır yazıyoruz, yorumluyoruz, paylaşıyoruz. "Remember, remeber, the fifth of November" dilimizden düşmez olur Kasım ayı başında. Ancak burada durum çok farklı. Görkemli şovlar, değerli söylemler beklerken çoluk çocuk eğlencesine dönüştürülmüş bir havayi fişek gösterisi izledim. Ardından lunaparka yönelen çılgın kalabalık ve çocukların eğlendiği bir havayi fişe gösterisi. Burada çoktan yitip gitmiş bir davanın sadece anısı kalmış akıllarda, ruhu çoktan unutulmuş. Geride ne bir maske kalmış ne de bir anti-devrimci söylem. Biz yine de unutmayalım, yazalım tekrardan. İleride anlatacaklar lazım olacak bizlere, her zaman!

    Remember, remember! 
    The fifth of November, 
    The Gunpowder treason and plot; 
    I know of no reason 
    Why the Gunpowder treason 
    Should ever be forgot! 

    Guy Fawkes and his companions 
    Did the scheme contrive, 
    To blow the King and Parliament 
    All up alive. 
    Threescore barrels, laid below, 
    To prove old England's overthrow. 
    But, by God's providence, him they catch, 
    With a dark lantern, lighting a match! 
    A stick and a stake 
    For King James's sake! 
    If you won't give me one, 
    I'll take two, 
    The better for me, 
    And the worse for you. 
    A rope, a rope, to hang the Pope, 
    A penn'orth of cheese to choke him, 
    A pint of beer to wash it down, 
    And a jolly good fire to burn him. 
    Holloa, boys! holloa, boys! make the bells ring! 
    Holloa, boys! holloa boys! God save the King! 

Fifth of November-Reloaded

2013/11/05



Yine bir 5 Kasım gününü, önceki yıllarda yazdığımız yazıyla hatırlıyoruz. Bu 5 Kasım'ın olayı nedir?


Kraliçe 1. Elizabeth 1603 yılında ölene dek sürekli onun baskısı altında yaşamış olan İngiliz katolikler, varisi 1. James'in inançlarına karşı daha toleranslı olacağını düşünürler çünkü James'in annesi de bir katoliktir. Fakat olaylar katoliklerin dilediği gibi gelişmemiş, 1. James sorunun sadece şiddetle çözüleceği fikrini benimsemiştir. Çok sayıda katolik katledilir (Kral 1. James'in katolik olduğu halde tüm bunlara izin verdiğini belirten bilgiler mevcut olmakla birlikte kendisinin katolik olduğunu ortaya koyan net bir bilgi yoktur).

İngiliz Katolikler de buna karşı Robert Catesby önderliğinde gruplaşırlar. Planları Parlamento binasını havaya uçurmak, böylece katoliklere hayatı zindan eden Kral 1. James ve parlamento üyelerini öldürmektir. Planlarını gerçekleştirmek üzere 36 fıçı barutu Lordlar Kamarası'nın kilerine yerleştirirler.

Tekrar düşündüklerinde hareketlerinden masum sivillerin hatta katoliklere yardım eden kişilerin dahi zarar göreceğinin farkına varırlar. Eylemci grubun içindeki bir kaç kişi, isimsiz mektuplar aracılığıyla dost isimleri 5 Kasım günü parlamentodan uzak durmaya çağırırlar.

Mektuplardan biri Kral 1. James'e yakın kişilerin eline geçer ve eylemcilerin planının bozulması amacıyla derhal harekete geçilir. 1605 yılı 5 Kasım gününün erken saatlerinde, fitili ateşlemekle görevli olan Guy Fawkes Lordlar Kamarası kilerinde ele geçirilir, işkence edilerek öldürülür ve parçaları ülkenin dört bir yanına dağıtılır. Bu şekilde yakalanması Fawkes'un adını hareketle bağdaşlaştırır. Devrim hareketinin simgesi haline gelmiştir.

Fawkes başarılı olsaydı şu an katolik bir İngiltere ile karşı karşıya olabilirdik. Din üzerinden gelişen fakat parlamenter sisteme karşı bir eyleme dönüşen bu hareketin başarısız oluşu belki de pek çok dengeyi değiştirdi. Sadece tarih kitaplarında anacağımız bir sistem haline dönüşecekti belki de parlamenter sistem...

Tüm bu olayların ardından her yıl 5 Kasım günü, Kralın ve Krallık makamının güvende oluşunun kutlandığı, onlara sadakatin sunulduğu gün haline gelir. Ülkenin her yanında Fawkes maketlerinin yakılması, havai fişekler ve bol gürültü ile kutlanan bu gece, Bonfire Night adını almış, pek çokları için yeni neslin türlü şaklabanlıklar yaptığı zaman dilimi olarak kabul ettikleri bir günden öteye gidememiştir.



Hiç Edilen Yerli Şarkılar vol.1

2013/08/02

Bugün öğle yemeği sırasında açılan bahis -yaşımızın ve/veya hafızamızın da izin verdiği ölçüde- Türk müzik tarihinde yer alan kliplerdi.

İnternet çağını doğuş dönemlerinden yakalayabilmiş bir nesil olarak, istediğimiz müzik tarzına ulaşımımız, 56k modemler sayesinde biraz yavaş da olsa kolay oluyordu. Rahat ulaşamadığımız albümleri internet sitelerinden, Napster vb ortamlardan edinebiliyorduk. Şimdi ise pek çok şeyi artık cebimize kadar getirebiliyoruz. Öyle ki, Youtube ve Grooveshark gibi servisler internete ulaşımın da kolaylaştığı üzere, müziği depolamayı anlamsız hale getirdiler.

Fakat, fakat, fakat... Eskiden iş böyle değildi. Okuldan gelince çanta atılır ve televizyon karşısına geçince insan Demet Sağıroğlu'nun bir Arnavut Kaldırımı'nı ya da Tarkan'ın Kış Güneşi'ni beklerdi. Çok kaliteli müzik yapılırdı. En azından şimdiki halimle düşündüğüm bu. Pek çok güzel klip ve şarkı tabii ki vardı lakin o kadar güzel şarkılar klipsiz veya rezalet kliplerle heba edildi ki... Bir Glosoli beklemiyoruz ama çok iyi şarkılar, çok yavan kliplerle hiç edildi.

.....

Bugünün konuşmasının içeriğinden alıntı yaparak; hiç edilen kliplerin ilk sırasına Teoman'ın Gemiler'ini koyduk. Epik bir hikaye olabilirdi o klipte. Bir kaç fikir var tabii gruptan çıkan, elin İngiliz'inin bizarre şeklinde tabir edebileceği; vermeyelim burada.

İkinci sırayı blogumda yazmanın bana verdiği yetkiyle; Kargo'nun Kaderin Dizaynı'na verdim. klibinin olmaması hayal kırıklığından öte bir şey bana sorarsanız. Belki de olmayacak diye korktular, anlaşılabilir mi bilemiyorum. Şairin Elinde klibine bakınca da iyi ki yapılmamış diyor insan.

Üçüncü sırada ise Yasemin Mori'nin Aslında Bir Konu Var'ı. Kısa film tadında bir klip çok yakışırdı gibi geliyor sanki.

Dördüncü sırayı pek tartışmadan Mirkelam'ın Unutulmaz'ına verdik.

Beşinci ve son şarkımız ise bahsi geçtiği üzere Şairin Elinde. Özellikle ilk dakikalar.

Farkındayım kısır bir liste olduğunun fakat 45 dakikada bu çıkıyor. Devamı gelebilir mi derseniz; elbette.

Çapa derken?

2013/06/21

Güne başladığınız andan itibaren canınızın bir şeyi çok istediğini fark ettiğiniz zamanlar olmuştur. Bir yiyecek olur, bir kişinin varlığı olur, çok çok önceden izlemiş olduğunuz bir film ya da uzun zamandır dinlemediğiniz bir şarkı olur...

İşte böyle bir şey iki gündür yataktan aşağıya adımımı attığımda başıma gelen. Sanki yeni güne uyanmamışım, yorgun aklım yenilenmemiş gibi; Kargo'nun Kaderin Dizaynı şarkısı zihnimde dönüp duruyor. Pek çok kişinin duyduğunda istemsizce başını kaldırdığı bir şarkıdır halen.

Bu yazı ve link belki size de bulaştırır belki bendeki hali.

Tabii sonradan düşünüce, bu durum çapa kavramını da akla getiriyor. Nedir bu çapa?

Duyularımızla algıladığımız uyarımların beynimizdeki etkisi diyebiliriz. Bu ansız bir dokunuş olabileceği gibi duyduğunuz bir melodi ya da hissettiğiniz bir koku da olabilir. Örneğin çok iyi bir arkadaşınızla dışarıda eğlenirken içtiğiniz içkinin tadı, onu kaybettikten sonra size hep o anı hatırlatabilir. En güçlü çapa koku olsa da, anılara ket vuramazsınız.

İnsanların belli davranışlarınıza aşırı tepki vermesi de pekala çapalarla alakalı olabilir. Üzgün bir kişiye gidip de sürekli neyin var demeniz veya omzuna dokunmanız gereğinden şiddetli reaksiyon yaratabileceği gibi; karşınızda tamamen mutlu görünen fakat yan masadaki telefonun melodisini duyduktan sonra yüzü düşen insanlar görmenizi de sağlayabilirler. Zaten kompleks bir varlık olan insanda, çapa kavramı daha da ilginçleştiriyor olayları.

Çapalara fazla takılmamalı, bizleri ilerleyemez halde bırakmalarına izin vermemeli. Satıp kurtulmalı.


Tanıyalım Tanıtalım'da Girls

2013/06/05

Büyük şehirlerde insanlar hep mi mutsuz? Hayat ya da hayata tutunmak bu kadar mı yorucu, bu kadar mı bunaltıcı? Bu meraklarıma karşıma yeni çıkan Girls dizisinde cevap buldum. Evet, size New York'un kızlarından bahsedeceğim.

Karşımıza yaşları 20 ile 24 arasında değişen 4 birbirinden farklı kafada olan kız çıkıyor dizide. Dördü de birbirinden apayrı; dördününde  hayattan istekleri, yaşam beklentileri, yaptıkları işler, hırsları, üzüntüleri sevinçleri her şeyleri o kadar farklı ki hiç bir ortak yanları yok. Dizinin ilk sezonunun ortalarında "neden arkadaşlar acaba?" diye kendimi düşünmekten alı koyamazken durumlar ikinci sezonda daha da değişiyor.

New York'un bekar laydileri diye onları Sex and the City tadında sanıp öyle bir beklenti ile izlerseniz,  hayal kırıklığına uğrarsınız. Kendileri münhasır, tam gerçek hayattan kesit karakterler. Giyimleri, konuşma dilleri o kadar gerçekçi ki dizinin içine izleyiciyi çekiyor.

Amerikan yapımı dizi aslında Amerikan aile hayatı ve yaşam tarzının da ipuçlarını, toplumsal sorunları, bireyselleşmeyi ve bireyselleştirmeyi dizi çok iyi veriyor. Cinsellik ile ilgili rahatlıkları, yenilikleri denemeye açıklıkları; bazı konular üzerine Hannah üzerine verilen felsefi konuşmalar üzerine kafa yorulup, uzun uzun yorumlanabilecek türden.

Bu yazıyı yazmak için iki sezonunu da bitirmek istedim. Sonrasında kendime "ben bu diziyi neden izliyorum?" diye sormadım değil, yalan yok. Ancak karakterlerin her birinde ister istemez kendinizden bir parça buluyorsunuz. Tam " Evet, ben tam Hannah'ım." dediğim anda "Jessa'nın kafasını istiyorum!" diyerek hayretlere düştüğüm oldu. Bu da beni kesintisiz olarak diziye bağladı ve 2 günde 2 sozununu bitirverdim.

Dizinin üçüncü sezonu hazırlık aşamasında. Üçüncü sezonun cast'ı ile ilgili dedikodular dolaşmakta. Ben biraz okudum ancak size diziyi izlemeden okumanızı tavsiye etmem. Çünkü ikinci sezon finali çok sürprizli. Şimdiden iyi seyirler :)

Lana Del Rey İstanbul'da!

2013/05/03



Lana Del Rey'in bu yıl İstanbul'a uğrayacağı kesinleşmiş durumda. Güçlü organizasyon şirketi Unilife, 7 Temmuz 2013'ün İstanbul için Lana Del Rey günü olduğunu resmi olarak duyurdu. Ayrıntılar gelince güncelleme geçeceğiz.

Güncelleme derken bunu kastetmemiştim ama konser 20 Eylül'e ertelendi. Biletix.

Tanıyalım Tanıtalım'da Black Mirror

2013/04/22

Hep aynı temalarda işlenen dizilerden sıkılıp arayışa girdiğimde karşıma çıkan bir diziyi sizlerle paylaşmak istiyorum; Black Mirror.



Günümüzün kaçınılmaz mecralarından sosyal medyanın hayatımızı nasıl etkilediğinin aslında çok fazla farkında değiliz, ya da farkındayız ama bunun ne kadar kötü bir yanı olduğunu bilinçli olarak göz ardı ediyoruz.

Biz göz ardı etsek de Black Mirror'da edilmiyor. Aslında üzerine baya konuşulabilecek bir dizi. Çünkü her bölümü farklı bir yönetmen tarafından, farklı bir oyuncu kadrosu ile ekrana taşınan hatta her bölümünün uzunluğu bile değişen bir dizi. Alışılmışın çok dışında. Her bölüm bir kısa film tadında ve arka arkaya izlenemeyecek yoğunlukta.

İnsanı düşündürten pek çok yanı var dizinin. Bilinçsiz tüketim toplumunun bilgi saçımının ne noktalara varabileceğini gözler önüne acımazsız bir şekilde açıkça ortaya koyarak çok önemli bir noktaya ayak basıyorlar. Sosyal medyanın bizi yönettiği, şekillendirdiği, iyi/kötü bilgilendirdiği bu sonsuz ve kesintisiz bilgi akışının ortasında biz kendimizi yapaylığa ne kadar kaptırıyoruz? Bunu kendimize hiç soruyor muyuz? Sosyal ağlardan uzak durmanın iyi olacağı bilincinde olmamıza rağmen hangimiz merakla başkalarının facebook profillerine gizlice bakmıyoruz? Bunların hepsi çok doğru ve bir yandan da çok acı. Çünkü hepimiz yapaylaşıyoruz ki bu da kaçınılmaz sonumuz oluyor.

Her bölümünden ayrı bir ders çıkarabilir Black Mirror'ın. Dizinin adını neden Black Mirror koymuşlar bilemiyorum, ancak hayatımızdaki onca kara ekranın kara birer aynamız olduğu yorumunu yapamadan duramadım. Ekranlardan kopabiliyor muyuz? Hayır. Eleştirsek dahi televizyon, bilgisayar, telefon, reklam panoları vs.vs. O kadar çok ekran var ki hayatımızda, artık hayatı ekrandan yaşıyoruz. İşte tam da anlatmak istedikleri nokta bu bence. İzleyin, bakalım sizin çıkarımınız ne olacak.

Boyunu Aşan Film: The "Perks"

2013/02/24



Her şey sakin bir cuma gecesi dileğiyle başladı...

Yiyeceğimi, içeceğimi alır aylardır merak ettiğim fakat hakkında çıkan tüm yazıları okumaktan koşar adım kaçtığım The Perks of Being a Wallflower, internette refere edildiği üzere "Perks" filmini izlerim diye düşünüyordum. Sakin bir gece dileği kesinlikle gerçekleşti lakin bu durumun haftasonunu esir alması planda yoktu.

Afişte Ezra Miller ismini görünce karar vermiştim aslında bu filmi bekleme listesine almaya. Pek hoşlanmadığım bir tarzda da olsa, '93 doğumlu oyuncunun We Need to Talk About Kevin'deki performansı parmak ısırtacak seviyedeydi. Bir diğer isim Logan Lerman ise büyük referans olacak yapımlarda rol almasına karşın, rol kalitesi olarak kendisini öne çıkaracak ilk yapımında boy gösterecekti. Emma Watson ise... Bildiğimiz Emma Watson, ne kadar kötü olabilir ki? Oyunculuğu gözümüzün önünde büyüyen biri oldu. Gelecekte neler verebileceği konusundaki limit gerçekten yüksek. Akademik başarısı da kıskanılacak cinsten ama bugün konumuz bu değil.

Filmimize dönersek...

Wallflower, daha çok okullarda ve iş hayatında karşılaştığımız her şeyden ve herkesten uzakta kalmayı tercih eden fakat etrafındaki durumun farkında olan, anlayan; buna rağmen sosyalleşme konusunda sorunları olan kişilere yakıştırılan bir sıfat. Filmdeki wallflower da, Charlie (Logan Lerman).

The Perks of Being a Wallflower, Charlie'nin stabil olan kötü durumunu, yeni arkadaşlarının (Patrick-Ezra Miller ve Sam-Emma Watson) yardımıyla en azından dalgalı bir duruma taşıyabilmesini, geçmişi ve geleceği arasında kalan bölümdeki yerinde bir molayı anlatan bir hikaye. Bu hikayenin içerisinde bir lise draması arıyorsanız, sonrasında çok şaşıracaksınız demektir. Klasik bir Cuma gecesi filminden çıkmaya başladığı anda, sonraki günlerde dönüp dönüp tekrar izleyeceğiniz sahneleri aklınıza yerleştiren bir film olacak.

Devrimsel bir film değil; deneysel bir film, türe yenilikler getiren bir film hiç değil. Sadece güzel bir zaman, mekan ve kurgu kavramı olan; iyi işlenmiş, kusursuza yakın bir soundtrack ile süslenmiş ve bu kadar genç oyuncularıyla birlikte çok iyi yansıtılmış bir hikayeyle karşılaşacaksınız.

Harper Lee, Salinger, Shakespeare, Camus referansları ile fikirlerinizi oluşturan kitapları hatırlayacak; The Smiths, David Bowie, Genesis ve The Beatles ile de aklınızda yer etmiş yüzleri anımsayacaksınız.

Büyük sürprizleri değil ama en dipteki beklenmediklerinizi yaşayacaksınız.

Filmin içeriği hakkında bu kadar veri, izleyip izlememe kararını verebilmeniz açısından yeterli. Bu eserin sahibine göz atalım bir de.

Kitap beyaz perdeye aktarılırken senaryo ve yönetmen koltuğu da yazar Stephen Chbosky'ye teslim edilmiş. Kendisi kitabı bitirdiği saatten itibaren bu hikayeyi filme dökebilme fırsatı aradığını, hatta pek çok kareyi aklında kurguladığını söylüyor. Filmi izledikten sonra sözlerinin ne denli yerinde olduğunu anlıyorsunuz. Dünyaya getirdiği çocuğu büyütüp, yetiştirip, donatıp, süsleyip, evlendiriyor ve aileden uzaklaştığı sırada, uzaklardan başarısını izliyor tam anlamıyla. Bütçe-performans oranına bakınca ne denli başarılı bir iş çıkardığı da aşikar.

Sözün özü, beklentilerinizi bir kenara atıp oynatın bu filmi. Değerini çok daha iyi anlayacaksınız.


Jason Bourne'un Dönüşü İmkansız Gibi

2013/02/19



Stüdyo her ne kadar yeni bir film için onayı almış, Matt Damon da yeni bir Bourne filmi ile dönüşe sıcak bakıyor olsa da; ekip, içinde Jason'ın da olduğu doğru hikayeyi bir türlü bulamıyor.

Matt Damon bir ay kadar önce, Promised Land filminin tanıtımında gazetecilerin olası bir Bourne filmi ile ilgili dedikodulardan kaynaklanan sorularını yanıtladı. Matt Damon yeni bir Bourne filminde yer almayı çok istediğini yineleyerek, yeni film için aktif çalışan grubun içinde de yer aldığını söyledi.

Batman serisine yeni bir bakış açısı getiren Nolan kardeşlerden Jonathan, Matt Damon'ın ricası üzerine iki ay kadar, hikayesinde Jason'ın da aktif olduğu yeni bir Bourne filmi senaryosu üzerinde çalışmış fakat bunu nasıl yapacağını bir türlü bilemediğini söyleyerek projeyi gerisin geriye Damon'a teslim etmiş. Memento gibi bir senaryonun lideri, Person of Interest'in düzgün bir çizgide ilerlemesinin tek sorumlusu olan kişiden bu cevap alınınca, işleri biraz yavaşlatmak gerektiğine karar verilmiş. Nedenler basit, en son 2004 yılında görülen Jason, en erken 2014'de vizyona girebilecek yeni bir filmde yer alsa; CIA radarından uzak geçen on yılın tasviri biraz zor olacak gibi görünüyor. Bir diğer neden de, Nolan ve Damon'ın da belirttiği gibi, The Bourne Ultimatum ile birlikte aralık kalan kapıların tamamen ve çok iyi bir şekilde kapatılmış olması. Kesinlikle yapılamaz görülmüyor tabii ki, Pamela Landy ve Aaron Cross'un sürüklediği yeni bir filmin ardından, Jason'ın tekrar hikayeye dahil edilmesi de olasılıklar arasında.

Anlayacağımız üzere, tüm taraflar ne kadar istekli olsalar da Jason Bourne'un dahil olduğu bir film şu an için çok zor görünüyor. Zorlama bir yapımla karşımıza gelmelerindense, olayın üzerini tamamen kapatmaları, en azından çok çok iyi bir hikaye bulana dek ertelemeleri, en büyük olasılık gibi.

Yeni Bond Filmi Yolda

2013/02/02



Gladiator filminin senaryosundan tanıdığımız John Logan, henüz ismi netleşmemiş olan yeni Bond filminin senaryo yazarlığı görevini üstlendi.

MGM'in finansal kabusu nedeniyle dört yıllık bir aradan sonra dönen Bond, Skyfall ile şaşırtıcı bir gişe başarısı yakalamıştı. Bu başarı yapımcılara seriyi devam ettirme yönünde daha güçlü bir motivasyon sağlamış olmalı ki, kökleri korurken, seriye de yeni bir yön verme kararını almışlar.

Filmin diğer Bond filmlerinden farklı olacak en büyük yönü iki bölüme yayılacak şekilde tasarlanması. Serinin yirmi üçüncü filmi olan Skyfall'dan bağımsız şekilde gerçekleşecek olaylar bütününde, yirmi dördüncü ve yirmi beşinci Bond filmleri, aynı hikaye üzerine odaklanacak yani farklı zamanlarda vizyona girecek iki bölümlük bir film izleyeceğiz. Bu açıdan, Bond serisinin değişik bir yola girdiğini söyleyebiliriz.

Serinin yirmi dördüncü basamağı olacak filmin The World is not Enough'dan beri her Bond filminde olduğu gibi Kasım ayında, 2014 yılında vizyonda olması planlanıyor.

Blur Rock'n Coke 2013 Sahnesinde!

2013/01/17



Rock'n Coke 2013'ün ilk konuğu kesinleşti. Blur, 2013 yazında görkemli bir geri dönüş yapması beklenen Rock'n Coke müzik festivalinin ilk konuğu oldu.