Uyarı!

Bu blogda sinema, kitap ve müzik ile ilgili yazılar bulabileceğiniz gibi; deli saçması üretimlerimizle de karşılaşabilirsiniz.

Yazarlar

Inception: Saygılar Abi

2010/07/31


What's Eating Gilbert Grape'in ardından en iyi oyunculuğunu sergileyen Leonardo Di Caprio, büyük rollere hazır olduğunu Juno'da bağıra bağıra göstermiş Ellen Page, iki yıl sonra Max Rockatansky rolüyle Mad Max efsanesinin geri dönüşünü temsil edecek Tom Hardy, Arthur rolüyle filmin en dikkat çekici performanslarından birini sergileyen Joseph Gordon Levitt, Red Eye'dan beri bu kadar etkileyememiş Cillian Murphy, Marion Cotillard ve her daim güvenilir adam rollerinin ismi olmuş Ken Watanabe...

Böyle bir kadro Christopher Nolan'ın elinde toplanınca ortaya ne çıkacağını tabii ki az çok tahmin ediyorduk ve beklentiler maksimum şekilde günleri saydık.

Sonuç ne mi oldu?

İzlediğim filmler arasında ilk 10'a rahatlıkla adını yazabileceğim bir film çıktı ortaya. İki gün art arda izledikten sonra iyice netleşti, evet. Inception inanılmaz olmuş.

"O efektleri bu bütçeyle herkes çeker, filmin izlenir tek yanı efektlerdi" laflarını edenler özel efekt tasarımındaki yaratıcılığı anlayamamışlarsa Ben Ten izlesinler sadece.

Di Caprio'ya bebek yüzünden başka olayı yok diyenler de yazının başında ismi geçen film ve Inception'ı art arda izlesin ve sonra tekrar konuşalım.

Filmlerde çok sık karşılaşılan, sahneler arası giysi hatalarından serbest düşüş fizik kanunlarına dek en ince detayına kadar olmuş bir film.

Filmle ilgili spoiler vermiyorum, izlemeyen çok kişi olduğunu düşünerek. Sözüm henüz Inception'ı izlememiş olanlara, verdiğiniz her kuruşu sonuna kadar hak eden çok az film çıktı son yıllarda. Inception'da ise az para almışlar yahu diyorsunuz çıkışta.

N'olur az ama öz yapmaya devam et Nolan abi, saygılar.

Şöyle Oldu Böyle Oldu - 14

2010/07/29


Blog, tarihinin en sessiz zamanlarını yaşıyor şu aralar. Dicle'nin harika okul performansından sonraki haklı tatili, benim de okul ve İspanya hazırlıklarım arasında bu tarafa hiç zaman kalmadı.

Olan bitenleri, yine şekil kaygısı gözetmeden yazdığımız bir şöyle oldu böyle oldu yazısıyla verelim dedik. Öyleyse başlayalım...

Mailler geliyor, film-müzik-kitap bloguydunuz neler oldu da durdunuz, malzeme mi bitti?

Hayır tabii ki. Bu konuda malzeme biter mi? Blogu tek başıma götürdüğüm zamanlar Balkanlar'dan Kuzey Amerika'ya kadar gitmiştik müzik konusunda, biraz rahatladığımız zaman geri döneceğiz hepsine.

Bazı bloglarda yorum attığımı görüp spora da yer vermemizi isteyen bir arkadaşımız oldu mail yoluyla, bu blogun içine girmeyecek bir konu olarak kalacaktır spor. Ayda yılda bir atılır belki. Başka bir blogda yazmayı düşünüyorum spor konusunda, konuşulur bu şeyler.

Yazarlarımız neler yapıyor peki?

Dicle'nin okulunun bir bölümü bitti, diğer ana dalını halletmekte ve iş hayatına da bulaşmış durumda. Ben zor görüyorum ki bloga uğramaması hayli olağan...

Bende de durumlar farklı değil gibi, Eylül başı Türkiye'den çıkıyorum. Minimum 6 ay dışarıdayım görünen o ki. Bir yandan telaş diğer yandan garip bir heyecan. Neyse, gidince bunları yazıcam zaten.

Inception'ı kaçırmayın.

Slash'in yeni albümünü halen dinlemeyenler cennete gidemiyormuş.

Chris Cornell ve Slash iş birliği "Promise", baba olunduğunda kulaklarda yankılanacak bir şarkı olarak girmiştir artık hafızaya. Çocuk da artık bir şeyleri idrak edebilecek yaşa geldiğinde dinler dinler, konuşulanları hatırlar.

Evet, ek$i çok bozuldu, sistem kendi kendini tamir edecektir her zaman yaptığı gibi.

Tombstone'u tekrar izledim bu sabah, halen Wyatt Earp'den çok daha iyi bir film olduğunu iddia ediyorum.

Arjantin bardakta elma suyu-soda karışımı geri döndü! Tek başına en iyi kahvaltı.

Haftasonu altın vuruş yapıyoruz; The Girl Next Door, Dazed and Confused, White Men Can't Jump ve Fast Times at Ridgemont High filmleri elimizde. Çok eğlenceli olacak.

Hayır bir daha My Sassy Girl izlemiyoruz. Mesaj alınmıştır umarım.

Slash Kendi Tayfasını Topladı!

2010/07/05


Uzun zamandır Slash'in bu hareketini yazmayı planlıyordum fakat albümü iyice sindirene dek tuttum kendimi. Velvet Revolver ve elinden tuttuğu Heart'ın ardından ipleri iyiden iyiye ele almanın gerektiğini gören Slash, bir solo albüm yayınlayarak birbirinden kaliteli müzisyenleri etrafında topladı. Slash adını alan albümün her ayrı şarkısında birbirinden iyi vokaller duyuyoruz, müzikal kalite için ise söylenecek pek fazla şey yok. Şarkılardan bahsetmeye başlamadan önce albümü geniş olarak ele alalım isterseniz...

Slash, ilk solo albümünde GnR ve Velvet Revolver'da da birlikte müzik yaptığı Izzy, Duff ve eski GnR davulcusu Steven Adler ile birlikte çalıyor; vokallerde Maroon 5'ın Adam Levine'ından tutun Fergie'ye, Alice Cooper'dan Pussycat Dolls'un Nicole'una, Ozzy Osbourne'den albümün en çok öne çıkan vokalistlerinden Andrew Stockdale'e, Kid Rock'dan Iggy Pop'a kadar pek çok isim de onlara eşlik ediyor. Özellikle Fergie'nin performansının beklenmedik derecede iyi olduğunu söylemeden olmaz sanıyorum.

Albümün öne çıkan şarkılarına bakarsak; ilk single By the Sword'ü duymayanın kalmadığını tahmin ediyorum. Wolfmother vokalisti Andrew Stockdale'in vokallerini üstlendiği parçadaki hava uzun zamandır yakalanamamıştı yeni rock grupları tarafından. Onlar yapamayınca da iş yine bir eski toprağın başına düştü haliyle.

Chris Cornell vokalli Promise, Adam Levine vokalli Gotten ve Ozzy Osbourne vokalli Crucify the Dead, Watch This ve Lemmy Kilmister vokalli Doctor Alibi şu ana dek en çok hoşuma giden parçalar. Fergie ve Cypress Hill'in vokalleri paylaştığı Paradise City coverı ve yine Fergie'nin sesinden Beautiful Dangerous da albümün dikkat çekici parçaları arasında.

Slash'in etrafında topladığı bu kadar kaliteli müzisyeni tek albümde bırakmayacağını umarak ilk albümü dinlemeye devam ediyoruz. Ortalıkta dolaşan haberlere göre de bu hareketin yeni albümlerle devam ettirileceği kuvvetle muhtemel. Projelerin yoğunluğu nedeniyle ilk albümde yer almayı reddeden White Stripes delisi Jack White da ikinci albümde muhtemelen yerini alacaktır. Öyleyse yeni albümü de henüz dumanı tüten bir albümle bekleyeceğiz gibi görünüyor.

Yeni Spider Man, Andrew Garfield

2010/07/02


Yönetmenliğini 500 Days of Summer'dan tanıdığımız Marc Webb'in yapacağı Spider Man serisinin dördüncü filminde Peter Parker rolünde izleyeceğimiz isim belli oldu.

The Imaginarium of Doctor Parnassus ve Red Riding serisi filmlerinden hatırladığımız, Boy A ile gerçek yeteneğini ortaya dökmüş Andrew Garfield, 2012 Temmuz'unda 3D olarak vizyona girmesi planlanan yeni Spider Man filminde Peter Parker karakterine hayat verecek. Yeteneğinden şüphe duyulmayan '83 doğumlu oyuncunun, vasat Tobey Maguire'dan daha iyi bir performans göstereceğini şimdiden söyleyebiliriz sanıyorum.