Uyarı!

Bu blogda sinema, kitap ve müzik ile ilgili yazılar bulabileceğiniz gibi; deli saçması üretimlerimizle de karşılaşabilirsiniz.

Yazarlar

Askerlik ve Dahası...

2011/12/24


Şöyle oldu böyle oldu serimiz tadında bir post olacak lakin ben bu yazıyı o kategoriye almayacağım.

12 Aralık'dan bu yana kısa dönem jandarma olarak askerlik görevimi yürütüyorum. Birliğe katılışın ardından geçen on birinci günde yeminimizi ettik ve gerçek birer asker olduk. Bunun anlamı artık askeri cezalara tabii olduğumuzdur elbette. Çarşı veya evci iznimize kilitler gelebileceği gibi; askerliğimizi uzatacak cezalarla da karşı karşıya kalabileceğiz artık. Bunlar iç karartan kısımlar. Tüm bunlar dışında erken terhis veya materyaller (kitap, fotoğraf, anı eşyası) gibi ödüllere de talip olabiliyoruz. Dün edilen yemin sonucunda hangi kategoride yer alacağınız, askeri sınırlarda takınacağınız tavırla alakalı.

Askerlik ortamı hakkında yazmadan da olmaz tabii ki. Uzun zamandır ailesinden uzak yaşayan kimseler için pek problem olacağını sanmıyorum. Ailesine bakmakla yükümlü kişiler veya evlilik durumundaki çiftler için durum biraz daha farklı haliyle. O yüzden genellemelere gitmemeli kolaydır-zordur diye. Her şeyden önce titizlik ve temizlik ile alakalı bütün duyu ve duygularınızı bir süreliğine sistem dondurmaya sevk etmelisiniz. Orada sizinle aynı davranışlara sahip insanlar olduğu kadar; duşlara tuvaletini yaptıktan sonra hiçbir şey olmamış gibi kalkıp giden insanlar da mevcut. Bunu unutmamalı.

Askerliğimi kısa dönem olarak yaptığımdan dolayı, karşılaştığım kişiler genellikle 24-30 yaş aralığındaki insanlar. Evlisi de var, iki çocuğu olan da, boşanmış olan da, hiç arkadaşı olmayan da... Bilmem neresinin müdürü de, sporcusu da, işsizi de. Yaş olarak belli bir olgunluğa, eğitim olarak da belli bir seviyeye ulaşmış insanlar arasındasınız yani genelde. Tüm bunlara rağmen eşekliğin baki kaldığını tecrübe ediyorsunuz daha ilk günlerde. Herkes büyük patron tavırlarında... Emirleri takmamak, sayımlara gelmemek vs. Askerde de tek olarak değil bütün olarak cezalandırılıp ödüllendirildiğinizden her türlü davranışın cezasını da topluluk çekiyor. Örneğin sayıma geç gelen bir kişi için bütün herkes -5 derecede iki saat bekleyebiliyor. Ardından beyefendinin gazinoda uyukladığını öğrenip çıldırmak istiyorsunuz. Askerde sadece isteyebiliyorsunuz çünkü gerçekleştirmek ile ilgili tüm eylemler emir dahilinde yapılıyor.

Şimdiye dek geçirdiğim bu kısa süre, bana ülkemizdeki genç nüfusun ne olduğunu da biraz biraz gösterdi aslında. Abbas Güçlü ile Genç Bakış programından farklı değiliz. Çabuk gaza gelen, her şeyi yaparım-ederim havasıyla anlatan ve küçümseyerek tasvir eden gençleriz. Verilen görev ve ödevleri de genellikle başarmak-başarılı olmak için değil de geçiştirmek-üzerimizden atmak amacıyla yapıyoruz.

Neyse, vaktin nasıl geçtiğiyle alakalı olan kısıma gelelim. Güne çok erken başlayıp çok erken bitirdiğiniz için günler hızlıca geçiyor denebilir. Biraz yorucu bir askerlik yapmama rağmen pek şikayet ettiğimi söyleyemem. Burada bir şeylerden memnuniyetsiz şekilde güne başlar veya günü tamamlarsanız; sayılı olan günleriniz dahi geçmek bilmez. Olanı olduğu gibi kabul edip, kendiniz için olabilecek en iyi hale getirebilmek yolunda elinizden gelen çabayı göstermelisiniz. Sürekli telefon başında olmak, sizi merak edenlere sürekli karamsar şeyler anlatmak; başında bulutlar dolaşan kişi sayısını artırmaktan başka işe yaramayacaktır. Örneğin, belli bir yaşa gelmiş ve eğitim seviyesi belli bir insanın, her günün her öğününde "yemekler çok kötü yea" demeye hakkı yoktur. Bir alternatif yaratırsınız, bu kantin mi olur yoksa askeriyenin fırınından mı olur bilmiyorum. Kısa dönem gidenlerin çok büyük kısmının bir mesleği var, o yüzden maddi sıkıntı bir bahane olamaz. Kantin ve fırın fiyatları zaten komik derecede. Dev poğaçaları 20 kuruş civarı bir paraya, en güzel eti bisküvileri 30 kuruşa yiyorsunuz. Tost vs. yine aynı şekilde. TSK'nın verdiği maaş kartınız sigara içmiyorsanız size yetiyor zaten. Hadi diyelim ki çok yiyorsunuz ama hiç paranız yok ya da bulunduğunuz yerin yemekhane dışında beslenme imkanı yok; oradaki tüm komutanlar size yardımcı olur. Kendi gözlerimle -şu kadar kısa sürede bile- pek çok çeşidine tanık oldum bu tarz yardımların.

Aslında daha çok şey var anlatacak lakin olan biten biraz biraz gözünüzde canlanmıştır; gözünde büyüten insan için askerlik sürgün yeri iken, kolay uyum sağlayabilen sabırlı insanlar için sadece kısa bir aradır.

Bir 5 Kasım Hikayesi - Reloaded

2011/11/05



Yine bir 5 Kasım gününü, önceki yıllarda yazdığımız yazıyla hatırlıyoruz. 5 Kasım'ın olayı nedir, ne yani bu insanlardaki tavırlar?

Kraliçe 1. Elizabeth 1603 yılında ölene dek sürekli onun baskısı altında yaşamış olan İngiliz katolikler, varisi 1. James'in inançlarına karşı daha toleranslı olacağını düşünürler çünkü James'in annesi de bir katoliktir. Fakat olaylar katoliklerin dilediği gibi gelişmemiş, 1. James sorunun sadece şiddetle çözüleceği fikrini benimsemiştir. Çok sayıda katolik katledilir (Kral 1. James'in katolik olduğu halde tüm bunlara izin verdiğini belirten bilgiler mevcut olmakla birlikte kendisinin katolik olduğunu ortaya koyan net bir bilgi yoktur).

İngiliz Katolikler de buna karşı Robert Catesby önderliğinde gruplaşırlar. Planları Parlamento binasını havaya uçurmak, böylece katoliklere hayatı zindan eden Kral 1. James ve parlamento üyelerini öldürmektir. Planlarını gerçekleştirmek üzere 36 fıçı barutu Lordlar Kamarası'nın kilerine yerleştirirler.

Tekrar düşündüklerinde hareketlerinden masum sivillerin hatta katoliklere yardım eden kişilerin dahi zarar göreceğinin farkına varırlar. Eylemci grubun içindeki bir kaç kişi, isimsiz mektuplar aracılığıyla dost isimleri 5 Kasım günü parlamentodan uzak durmaya çağırırlar.

Mektuplardan biri Kral 1. James'e yakın kişilerin eline geçer ve eylemcilerin planının bozulması amacıyla derhal harekete geçilir. 1605 yılı 5 Kasım gününün erken saatlerinde, fitili ateşlemekle görevli olan Guy Fawkes Lordlar Kamarası kilerinde ele geçirilir, işkence edilerek öldürülür ve parçaları ülkenin dört bir yanına dağıtılır. Bu şekilde yakalanması Fawkes'un adını hareketle bağdaşlaştırır. Devrim hareketinin simgesi haline gelmiştir.

Fawkes başarılı olsaydı şu an katolik bir İngiltere ile karşı karşıya olabilirdik. Din üzerinden gelişen fakat parlamenter sisteme karşı bir eyleme dönüşen bu hareketin başarısız oluşu belki de pek çok dengeyi değiştirdi. Sadece tarih kitaplarında anacağımız bir sistem haline dönüşecekti belki de parlamenter sistem...

Tüm bu olayların ardından her yıl 5 Kasım günü, Kralın ve Krallık makamının güvende oluşunun kutlandığı, onlara sadakatin sunulduğu gün haline gelir. Ülkenin her yanında Fawkes maketlerinin yakılması, havai fişekler ve bol gürültü ile kutlanan bu gece, Bonfire Night adını almış, pek çokları için yeni neslin türlü şaklabanlıklar yaptığı zaman dilimi olarak kabul ettikleri bir günden öteye gidememiştir.


All For Van

2011/11/04




Mail kutumuza düşen bir organizasyon haberini veriyoruz bugün. "All For Van" daha önce de organizasyonlarından bir kaçına yer verdiğimiz Urban Bug tarafından düzenleniyor. Tüm gelirlerin AKUT'a bağışlanacağı gecede pek çok önemli isim performans sergileyecek.


Duyuruya dokunmadan aynen giriyorum.




The Hall Urban Style, Van depreminde zarar görenlere yardım eli uzatmak amacıyla 4 Kasım Cuma akşamı “the hALL for VAN” etkinliğiyle, 3 mekanda (The Hall, Bubble, Blow), ünlü isimleri dj kabininde ağırlıyor.



“the hALL for VAN” etkinliğine katılan isimler DJ setleriyle performans göstererek VAN’da yaşanan felaketin yaralarını sarmaya çalışacak.


Etkinliğin amacı, birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımız olan şu zamanda bir araya gelerek geceden toplanan tüm geliri Van şehrine ve depremzedelere en ivedi desteği veren AKUT Arama Kurtarma Derneği’ne ulaştırmak.



Etkinlikte çalışan, destekleyen, sahne alan, satış yapan herkes gönüllüdür, performans sahipleri ücret talep etmemiştir. Gecede elde edilen tüm gelirler AKUT Arama Kurtarma Derneği’ne bağışlanacaktır. Bu özel geceye performansları ile katkı sağlayacak isimler:



Ashkan, Aslı Köse, Aylin Aslım, Badmonkey, Barış Bergiten, Bee Project, Berna Öztürk, Can Ergün, Cem Özel (WUFI), David Seboy, Disco Log, Discomen, Dyg, Elif Tanrıbilir, Haykmusic, Kıvanç K, Mehmet Teoman, Murat Uncuoğlu, Oben Budak, Oz-e, Öykü Serter, Özgür Bay, Sarp Dakni, Tan Tunçağ (Portecho), Yasemin Kozanoğlu,




Kapı açılış : 22:00


Giriş : 10 TL



http://www.thehallistanbul.com/
http://www.urbanbugtr.com/
http://www.solarbeach.org/
www.twitter.com/thehallevents
www.twitter.com/urbanbugoffical


Hesher

2011/10/11



Başrollerde Joseph Gordon-Levitt, Devin Brochu, Rainn Wilson ve Natalie Portman'ın yer aldığı Hesher; 2010 yapımı bir drama.

Film; trafik kazasında eşini kaybeden Paul Forney'in, oğlu ile büyükannenin evinde geçirmeye çalıştığı hayat ve bu hayata adeta dalarak dahil olan Hesher'ın hikayesini işliyor.

Paul Forney, oğlu TJ ile henüz yaşadıkları şoku üzerlerinden atamamış halde büyükanneye sığınır. Yaşlı büyükanne de onları iyi hissettirmek için elinden geleni yapar. Hayatı sadece kendilerine karşı kaba sanan Paul ve TJ, her şeyin zamanla düzeleceğini umarken gözlerini Murphy Kanunları'nın yaşam bulmuş formuna açarlar.

Joseph Gordon-Levitt'in canladırdığı Hesher ise ipe sapa gelmez bir adamdır. Umursamaz tavırları ve anarşiyle beslenen ruhunu Forney evine taşır ve bu üçlü; sorunlarını -Piper Laurie'nin harika oyunculuğunun eseri- büyükanneye misafir etmeye devam ederler.

Sorunlar adeta çığın yukarıdan aşağıya inene dek daha da büyümesi gibi bir etki yaratmaya başlamıştır. Bu üçlüyü uyandırmak için gereken etki, yine son derece kötü bir olaydan gelir. Bazen insanların kendilerine gelebilmek için, kendilerinden uzaklaşmaları gerekmektedir.

Sonuç olarak Paul eşini, TJ annesini, Hesher da bir testisini kaybetmiştir. Hayat herkese karşı adil değildir.

Drive - Yeni Nesil Film Noir

2011/10/03


Başrollerini Ryan Gosling ve Carey Mulligan'ın oynadığı Drive; bir stunt aktörünün geceleri yaptığı "beş dakikalık" sürüşleri ile başlıyor.

Yeni bir Jason Statham filmi misali, getir-götür işlerinde kullanılan, işinin ehli bir sürücünün aksiyon dolu hayatında bulacağız sanıyoruz kendimizi. Aradan çok geçmiyor ki, ağır tempo ve müzikler tüm bu fikirleri temizliyor insanın aklından ve Drive, güzel bir film noir örneği haline bürünüyor.

Filmin atmosferi zaman ilerledikçe karanlıklaşıyor.

Film, her sahneyi üst noktaya taşıyan müziklerle bezeli. Aslında müziklerin taşıdığı çok fazla film görmeye başladık son zamanlarda. Geneli idare eder şeklinde giden filmleri dahi bir iki basamak yukarıya taşıyor müzikler. Bunun son örneğini Tron-Daft Punk örneği ile yaşamıştık. Drive ise sahnelerin çok iyi desteklediği müziklerle donatılmış. Sanki müzikler için çekilmiş sahneler izliyorsunuz ya da daha doğru tabiriyle, uzun metraj klipler izliyorsunuz.

Dikkat çekici yönlerden bir diğeri; Branson'da Tom Hardy'ye sahnedeki tüm özgürlüğü veren yönetmen Nicolas Winding Refn bu filmde de Ryan Gosling'e aynı rolü veriyor. Kurgulanması güç mimikler ile Gosling, yer aldığı tüm sahnelerde kontrolü ele alıyor, sahnedeki diğer rollere bakasınız dahi gelmiyor. Her sahnenin hakimi, güzeller güzeli Carey Mulligan'a rağmen Ryan Gosling oluyor.

Sonuçta da şu aralar çok sık karşılaşmadığımız bir türden, karanlık filmlerden, Drive ortaya çıkıyor.

Filmin içeriğine çok fazla girmeden, spoilerdan kaçarak Drive'ı anlatmaya çalıştım. Şu an için imdb puanı 8.1 ve bence tam hakkını alıyor. Bu tarz filmleri çok kötü ve basit bulanlar da fazla sayıda lakin çok fazla örneği yok Drive ve türevlerinin günümüz sinemasında. Fırsat bulursanız bir göz atın derim.

Edebiyatın Ülkemiz Kurumları ile İmtihanı

2011/09/30


Amerikan yazar Chuck Palahniuk ile pek çoğumuz, 99 yılında Gösteri Peygamberi kitabı sayesinde tanıştı. Sonrasında Fight Club (Dövüş Kulübü), Choke (Tıkanma) ve Lullaby (Ninni) ile de ününün hakkını vermişti.

Yazarın adı şu aralar yerli basında çok fazla dönmeye başladı. Nedeni ise; bir hayali karakter, porno kraliçesi Cassie Wright'ın rekor denemesi ve bundan yararlanarak adlarını duyurma fırsatını yakalayan üç adamı konu alan Snuff (Ölüm Pornosu) isimli, 2008 çıkışlı kitabı. Kitabın Türkiye baskısında emeği olanları ise zor günler bekliyor gibi.

Chuck Palahniuk kitaplarını geçmişten bu güne çeviren kişi olan Funda Uncu ve yayınevi sahibi Hasan Basri Çıplak hakkında "müstehcen yayınların yayınlanmasına aracılık etmek" suçundan 6 ay ila 3 yıl arası hapis istemiyle dava açıldı.

Başları dertte anlayacağınız. Bundan böyle, benzeri eserleri çevirmeye ve basmaya çalışanlar iki hatta üç kez düşünmeli mesajı gayet güzel verilmiş.

Para ile satılan, yani alıp-almama konusunda irade sahibi kişinin sorumlu olduğu bir konuda; yine büyüklerimiz bizleri korumayı uygun görmüşler. Biz gerizekalılar ne alıp almayacağımıza karar veremediğimiz için yerinde bir karar olmuş.

T.C. Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu'na teşekkürler. Çocuklar hep bu kitabı kovalıyordu alsak da bir kaç ayıp şey öğrenip arkadaşlara hava atsak diye.

Muzır Kurulu mu her neyse onun, hazırladığı raporda çok "acıklı" noktalar var gerçekten. Hepsine burada değinmiyorum. Daha ne kitaplar var bir görseniz. İşin komik yanı, Muzır Kurulu denen yapı Türkiye'de yokken, kadına şiddet ve cinsel suçlar ülkemizde çok daha az sayıdaydı. Günümüzde Muzır Kurulu var lakin suç sayısında abartılı bir artış var. Demek ki yayınlar böyle incelenmemeliymiş. Diğer yanda RTÜK tabii ki, ona da değineceğiz.

Yine aynı ülkede, 18+ şeklinde ekran girerler bazı dizi ve filmlerin başında. Şiddet-örnek olmayacak davranışlar vs. de yazar lakin dizide-filmde ne kan görünür ne de bir organ. Neden 18+ simgesi var bilinmez. Ayrıca bunu izleyen de izlemeyen de seçimini kendisi yapmıştır aslında. Kimsenin televizyonu 18+ yayınlarda kendini otomatikman o kanala çevirip sabitlemez. Yine de biz gerizekalıları bunlardan korudukları için teşekkür etmemiz gerekiyor.

Umarım bu konuda davalar ile karşılaşan kişiler haklarını sonuna kadar ararlar. Gerçi tazminat alsan ne yapacaksın bu kararı verenlerden... Yine de Hasan Basri Çıplak konusunda umutsuzum, soyadı Muzır Kurulu'na takılabilir :/

Animal Kingdom (2010)

2011/09/26

Çok zaman geçti en son yazımdan bu yana. Uzun bir ara verdim hayatımdaki herşeye. Değişikliklere açıldım. Farklı sularda buldum kendimi. Yaz geldi, gezildi eğlenildi. Ve şimdi sırada kış sezonu... Geri dönüşe geçtim ve tekrar buradayım.

Bu sezon pek çok yenilik olacak. Daha sık yazıyor, daha farklı konulardan bahsediyor olacağım. Bu geri dönüşe ısınma turuna bir film ile başlayalım. Filmimiz, 2010 Avusturalya yapımı Animal Kingdom.

Filmde, ikilemin ne demek olduğunu seyirciyi karakteriyle bütünleştirerek 17 yaşındaki Joshua Cody (J) bizlere anlatıyor. Uzun süredir uzak olduğu ancak annesinin ölümüyle bir anda hayatına yeniden giren dört dayısı ve ananesiyle beraber kendini polis ve ailesinin uğraştığı illegal işler arasında sıkışmış bir şekilde buluyor. Sundance Film Festivali 2010 Dünya Sineması Jüri Ödüllü Animal Kingdom, polis baskısı altındayken Josh'un dayılarının içinden en kötü yanlarının çıkmasıyla bu ismi alıyor. İlk bakışta farklı özellikleri olmayan hatta fazlasıyla sığ gibi duran J, gerektiği zaman zekasını kullanarak yaptığı kaçışlarla farklılığını ortaya koyuyor ve beklenmedik bir son ile film izleyiciyi hayretler içerisinde bırakıyor.

Genellikle yakın çekim kullanan ve mimiklere dikkati çeken, Joshua'yı deyim yerindeyse gözleriyle konuşturtan filmin yazarı ve yönetmeni David Michod, 1988 yılında filmin de çekildiği yer olan Melbourne'de meydana gelen gerçek bir olaydan esinlenerek senaryoyu oluşturuyor. James Frecheville, Joshua'nın sahip olduğu derin karakteri ortaya koymakta zorlanmıyor ve ortaya izlemesi keyifli 108 dakikalık bir film çıkıyor.

The Strokes'dan Geometri Dersi

2011/05/15


2011 çıkışlı The Strokes albümü Angles'dan bahsedelim bugün.

First Impressions of Earth ardından gelecek albüm, beklentileri biraz yükseltmişti işin doğrusu. Güzelim albümü pffft diye kenara atmamak için bu beklentiden uzak bir şekilde dinlemek gerekiyor. Konuşana bakın, daha farklı bir şeyler beklediğimden başlarda çok yavan bulmuştum yeni albümü. Alışılmış soundun dışında bir Strokes albümü olmuş. Özellikle Call Me Back ile "allah allah, Strokes mu yoksa Interpol albümü mü aldım" diye sorabilirsiniz kendinize. Sonraları albümü ikinci veya üçüncü kez döndürdüğünüzde yavaştan ısınıyorsunuz.

Albümde dikkati çeken bir diğer nokta da şarkıların çok çok iyi sıralanmış olması. Hani bazı gruplar hitleri önde tutar, kimileri b-sidelara güvenir. Angles öyle değil, nereden geleceği belli değil en hoşunuza giden şarkının. Şu ana dek çevremden duyduğum ve kesinlikle katıldığım fikir Machu Picchu ve Metabolism'in albümde öne çıkan şarkılar olduğu yönünde. Yine de şarkıların birbirine büyük üstünlükleri yok. Dengeli bir kayıt yapılmış diyebiliriz. İçinden tek tük şarkı çıkarıp mix yapılacak bir albüm değil, bütünüyle döndürülecek bir albüm olmuş kısacası.

Bu kadar konuşup bir link vermemek olmazdı sanıyorum ki. Aşağıda Machu Picchu'nun videosunu bulacaksınız. Pek çoğunuzun hoşuna gideceğini tahmin ediyorum...


Yeni Başlayanlar için Mana

2011/04/20


Meksika'dan dünyaya yayılan; gerek yaptıkları müzikle, gerekse sahne performansları ile nam salmış bir grup Mana.

Rock altyapısına kurulu bir anlayışları var. Bir diğer Meksikalı grup The Mars Volta gibi onlar da kategorize edilemiyorlar lakin The Mars Volta'nın aksine aksak ritimlerden çok, duru bir melodik tarzları var.

Mana özellikle Meksika ve İspanya'da ilah kategorisinde. Latin Amerika'daki ağırlıkları ise normal olarak muazzam. İspanyolca söz yazdıklarından dolayı Avrupa semalarında pek fazla bilinmiyorlar. Gerçekten çok beğendiğim bir grup olmasından mütevellit blogumuzda ikinci kez yer alıyor Mana, ne kadar fazla kişiye ulaştırırsak o kadar iyidir fikriyle. Öyleyse aşağıdaki videolarla Mana'ya başlayınız;





Interpol @ Istanbul, 1 Haziran 2011

2011/04/05






Mekan Küçükçiftlik Park. İndirimli biletler 7 Nisan'da 40 TL'den satışta olacak.










Büyük Ev Ablukada @ Eskişehir - 3 Nisan 2011

2011/03/30



Mekan: Yunus Emre Kampüsü içindeki Sinema Anadolu, bilet fiyatı 20 TL. Biletleri Sinema Anadolu gişesinden ya da Adalar'daki İnsalcıl Kitabevi'nden edinebiliyoruz.

The King of Limbs için Geri Sayım

2011/02/14




Yeni Radiohead albümünün ne zaman çıkacağı merakla beklenen bir detaydı ve müjde geldi, 19 Şubat 2011 Cumartesi, yeni albüm The King of Limbs şu adreste olacak. Pre-order süreci de başlamış durumda. Fiziki kopyaların dağıtımı ise Mayıs başında yapılacak. Albümden ilk şarkı, Lotus Flower için buraya.

Gogol Bordello @ İstanbul, 11 Mart 2011

2011/02/04


Mekan Babylon.

Deep Purple @ İstanbul, 18 Mayıs 2011


Deep Purple resmi web sayfasından konser haberini bugün doğruladı. Mekan Maçka Küçükçiftlik Park.

Whitesnake @ İstanbul, 10 Temmuz 2011


Bon Jovi ve Judas Priest ile birlikte, Kazlıçeşme'de bir dev daha sahneyi patlatacak. Whitesnake, 10 Temmuz 2011'de İstanbul'da.

Judas Priest @ İstanbul, 10 Temmuz 2011


8 Temmuz 2011 Bon Jovi İstanbul Konseri ile aynı festival dahilinde gerçekleşecek Judas Priest Konseri'nin kesin tarihi belli oldu. 10 Temmuz 2011 yani Whitesnake ile aynı gün, 2008 yılının ardından bir kez daha bu topraklarda izleyebileceğiz kendilerini. Sonisphere'da line-up kesinleşmeden bir diğer festivalin Bon Jovi ve Judas Priest gibi isimler açıklaması, herkesin bütçesini derinden sarsacak gibi :) Ayrıntıları ilerleyen günlerde aktarmaya devam edeceğiz.

One Mean Holiday Ballad


Son aramızı verdik okuldaki, kışlaya yaklaştıkça tansiyon artıyor haliyle. Bir yandan iş görüşmesi yapılan şirketler için hazırlanan deneme projeleri, diğer yandan körelmeye doğru giden İspanyolcanın tekrar belinin doğrultulması derken nasıl geçti anlamadık Eylül-Şubat maratonu. Bahsi geçen işleri rayına oturtmak ne kadar zor olsa da bir o kadar zevkliydi. Uğraştıkça daha fazla tat aldığım pek fazla şey hatırlamıyorum bunun gibi...

On gün civarı bir tatil armağan ettik kendimize şimdi de. Öncelikleri değerlendirmek için de son şansımız olacak artık. Sadece ben değil, benim durumumdaki pek çok kişi bu halde. Bu kadar yıl sadece şu an için eğitiliyoruz fakat karar için çokça duraksıyoruz her şeye rağmen. Okul dönemindeyken sürekli mezuniyet sonrası yapmayı düşündüğüm iş için yatırım yapmış olsam dahi halen kararsızım. Başka bir alana kaysam mı, yüksek lisans olayına girsem mi... sürekli aklıma takılan sorular. Başkasının fikirlerini duymak da yardım etmiyor kesinlikle, etraftaki herkes gerçek olamayacağını bildikleri şeyleri kovalıyorlar. Ecnebinin chasing the ghost olayı. Hayal kurmak iyi lakin dünya biraz daha farklı dönüyor okul dışına çıkınca.

Yazıyı okuyacak 18-21 yaş kesimi varsa şu sözümü iyi yerleştirin aklınıza; staj yapın, sürekli çalışın. Yaz tatilleri deniz, kum, güneş olmasın. Tamam bir ve ikinci sınıf kabul edilebilir ama sonrasında kocaman üç ayın, fazladan tatil olarak değerlendirdiğiniz her günü, size eksi olarak dönecek. Campus Jobbing, staj, yaz işleri... o kadar çok fırsat var ki değerlendirebileceğiniz, çıkınca kafanızı vurmayın sonra. Şu sıralar neredeyse tüm büyük şirketler staj duyurularını yayınlamış durumda, tahminimce şubat sonu-mart başına kadar son başvurularını almaktalar. Kariyer sitelerini takip edip, firma web sayfasından bulabileceğiniz İnsan Kaynakları birimine CV'nizi faks ya da mail bir şekilde ulaştırın. 10-15 günlük bir çalışmada dahi hayatınızı değiştirecek bir olayla karşılaşabilirsiniz. Son sınıfta okuyup "krediler nasıl derecelendiriliyor?" sorusunu soran bir ekonomi veya işletme öğrencisi olmazsınız böylece. Gerçi o çok başka bir yazının konusu olur; bizim jenerasyonun olayları ne kadar ciddiye aldığı gibi.

Neyse, bu kadar saçmalık yeterli sanırım.

Tatil dediğin böyle bir şey değildir aslında, kafayı boşaltmak yerine doldurma amaçlı oldu bizimkisi. Buna benzer zamanların içinde olan herkese kolaylıklar diliyorum.

IAMX İstanbul'da

2011/01/29


IAMX, 5 ve 6 Mayıs 2011 geceleri Babylon'da olacak. Chris Corner'ın harika sahnesine tanıklık etmek isteyenler kaçırmamalılar.

Matrix IV ve Matrix V Yolda!

2011/01/24


Keanu Reeves, London School of Performing Arts'da katıldığı söyleşide Matrix IV ve Matrix V için hazırlıkların başladığını açıklamış. Aralık 2010 sonlarına doğru Wachowski biraderler ile buluşup iki film için de gerekli senaryo materyalinin hazır olduğunu öğrenmiş ve filmlerin 3D çekileceğini de eklemiş. Ayrıca Wachowski biraderler James Cameron ile buluşup, o çılgın teknolojisinin filmde nasıl kullanılabileceğini, avantajlarını ve dezavantajlarını dahi konuşmuşlar. Keanu Reeves, ilk buluşmaların ardından yeni Matrix filmlerinin aksiyon türünde bomba etkisi yapacağı izlenimi edindiğini belirtiyor.

Diyeceğimiz odur ki, Matrix IV ve Matrix V artık söylenti olmaktan çıkmış ve yapım aşamasına geçilmiştir.

Charlie St. Cloud - Bir Kaza Olur...

2011/01/21




Ben Sherwood'un The Death and Life of Charlie St. Cloud kitabından uyarlanan, başrolleri Zac Efron, Charlie Tahan ve Amanda Crew tarafından paylaşılan 2010 yapımı Charlie St. Cloud filminden bahsetmek istiyorum bugün...

Hikaye, sorumluluğuna bırakılan kardeşini otomobille bir arkadaşına götüren Charlie'nin garip bir trafik kazası sonucu kardeşi Sam'i kaybetmesiyle başlıyor. Son derece parlak bir yelken kariyeri olan Charlie, kardeşinin ölümünün ardından doğup büyüdüğü kasabaya saplanıp kalıyor. Fırsatlar geçip giderken, hayat son kez ona bir şans vermeyi seçiyor. Kaza gecesi hayatını kurtaran ambulans görevlisi, Charlie'ye farkında olmak istemediği şeyleri hatırlatıyor. Bundan sonrası spoiler içereceğinden kesip, film hakkında düşüncelerime geçiyorum.

Zac Efron zerre sevmediğim bir oyuncu fakat 17 Again'den itibaren imajı toparlamaya başladı. Kitabın uyarlamasının çekileceği haberini aldığımda beklentilerim büyük değildi. Kitapta bahsi geçen karakterleri oynayabilmek için çok fazla seçenek yoktu zira. Aklıma ilk gelen isimlerden biriydi Zac Efron. Oyuncular belli olduktan sonra kıvırabilir mi falan diye düşünürken aslında hikayenin Amanda Crew tarafından sürükleneceği fikri yerleşti beynime. Gerçekten de öyle oldu, Zac Efron'un oyunculuğunun sırıtabileceği yerlerde nispeten daha iyi bir oyuncu olan Amanda Crew devralıyor sahnenin yükünü. Yönetmen bu konuda iyi iş çıkarmış.

Uyarlama haberini aldığımda aklıma düşen diğer endişe ise buram buram Hollywood klişesi dolu, tamamen izleyiciyi ağlak insan moduna sokma çabasına giren bir kurgu peşinde koşulabileceğiydi. Beklentimin tersi oldu, tamam kazadır falandır filandır klişe şeyler var lakin film ilerledikçe amacın birini kaybetmenin üzüntüsü üzerine odaklanmadığını anlıyorsunuz. Kitaptan biraz farklı bir özelliği bu filmin. Yeniden ilerleme çabası detaylarda gizli bir şekilde işlenmiş. Film sıkmadan başlıyor ve bitiyor. IMDB puanı bu tür filmler için pek ayna görevi görmüyor çünkü türü seven ve sevmeyen arasında uçurum var. Tamamen kitaptan doğan merakım beni bu filmi izlemeye itti ve gayet memnun kaldım.

Boş vaktinizde iyi bir tercih olacaktır.


Zugarramurdi

2011/01/11


Yeni bir seriye başlıyoruz. Bu seride yerel efsanelerden bahsedeceğiz. İlk yazıyı da folk kültürün ülkemiz kadar yaygın olmasa da yoğun olduğu İspanya'dan bir örnek üzerine yazalım; Zugarramurdi...

Zugarramurdi, İspanya-Fransa sınırında yani Bask bölgesinde yer alan 300 kadar kişinin yaşadığı bir köy... Geçmişindeki büyü olaylarından dolayı her daim kötü anılıyor Zugarramurdi'nin adı. Köyün hemen dışındaki birbirine bağlı üç mağara, 17. asır zamanlarında cadılara ve kara büyücülere ev sahipliği yapmış; İspanyol Engizisyonu'nun en büyük temizlik operasyonlarından birine konu olan olaylar, 700 kadar insanın katledilmesiyle son bulmuştur.

Zugarramurdi mağaraları, bir nehir tarafından kesiliyor. Bu nehire Rio del Infierno (Cehennem Nehri) adı verilmiş. Rio del Infierno'nun kestiği mağaraların ev sahipliği yaptığı büyücüler, Fransız komutan Pierre de Lancre tarafından katledilmiş. Bu tarih kayıtlara, Avrupa çapında cadı avının başladığı tarih olarak geçmiş. Zugarramurdi'de başlayan olaylar, sonraki zamanlarda çoğu masum kadının canını almak için bahaneler üretilmesine kaynak oluşturmuştur.

Zugarramurdi olaylarındaki yerel efsane yönü ise, bu katliamlar sırasında yaşanan bir aşkın öyküsünden gelmekte. Bidabe, bir kadına aşık olur. Aşık olduğu kişi, Kattalin ise bir cadı olmakla suçlanmaktadır. Bidabe ve Kattalin ne olursa olsun evlenmek isterler ve herkes bu durumun farkındadır. Bidabe bir gün Kattalin ve ailesini ziyarete gider. Yanında hediye olarak Kattalin için yaptığı bir tığ getirmiştir. Aileyle kalmaya başlar. Bir gece Kattalin'in şömineye yaklaştığını görür. Gözünü yarım açarak onun ne yaptığını takip eder. Kattalin, şömineden bir taş alır ve üzerine yanında getirdiği kaseden yağa benzer bir madde döker. Kattalin taşın üzerinden bu maddeyi vücuduna sürdüğü anda bacadan toz olarak kaybolur. Bidabe hızlıca yerinden doğrularak nereye gidiyor oluşunu önemsemeden aynısını yapar. Kendini hayal bile edemeyeceği kadar güzel bir ovanın ortasında bulur. Bidabe'nin bazı arkadaşları da bu ovadadır. Etrafı süzer ve Kattalin'i kırmızı ipek bir giysi içerisinde görür. Etraf tüyler ürpertici bir hal almıştır. Korkmuş şekilde bir köşeye sığınır. Diğer cadılar da bir bir ortaya çıkmaya başlamıştır. Bidabe, cadıların gizli buluşma yerini bulduğunu düşünerek korku içinde etrafı gözlemeye devam eder. Dev gibi cüssesi, siyah cübbesiyle diğerlerinin saygı gösterdiği bir adam görünür. Tüm cadılar ve orada bulunan kişiler adamın elini öpmeye başlar. Bir anda farkedilen Bidabe için iki seçenek vardır, ölüm ya da heybetli adama itaat etmek. Bidabe kaderine razı olur ve el öpmek için sıraya katılır. Sıra Bidabe'ye geldiğinde cebinden tığı çıkarır ve büyücülerin kralı olduğu anlaşılan adamın boğazına saplar. Kralın ölüm çığlığı tüm ovada yankılanır. Bidabe, yağı sürdüğü şöminenin başında baygın bulunur. Ev halkı onun dışarıdan sarhoş gelip sızdığını düşünür. O günden sonra Kattalin'den haber alınamaz fakat Bidabe her gününü korku içinde yaşayarak hayatını tüketir.

Şimdilerde Zugarramurdi, bu tarihi olayları ve hikayeleri turizm vesilesiyle kullanmakta ve ilginç şekilde çokça ziyaretçi çekmekte.




Şöyle Oldu Böyle Oldu - 15

2011/01/06


Son yazımın üzerinden altı ay kadar geçmiş. Dönüşü en sevdiğim seriyle yapmak istiyorum ve şekil gözetmeksizin yazdığımız bir "Şöyle Oldu Böyle Oldu" yazısına daha giriş yapıyorum. Bu arada blog görünümünü de değiştirmiş bulunuyoruz. Görüşlerinizi yorum kısmına iliştirebilirsiniz.

* İspanya olayı tam bir fiyasko oldu. Şubat civarı dönmemiz gereken yerden, Eylül ortası döndük. Yaşasın Türk bürokrasisinin yavaşlığı ve İspanyol bürokrasisinin über yavaşlığı.

* Okul bitmek üzere, artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Sana geliyorum kışla, sana geliyorum ofis.

* Dicle de yazmamış ben yazmazken. Onu da suçlayın.

* "Soda + elma suyu --> Arjantin Bardak" teorisi geri döndü. Hem de kış ortasında.

* Eskişehir çok soğuk. On dakika yürüyünce kulaklar donuyor. Neden bere takmıyoruz, çünkü saçımız bozuluyor arkadaşım.

* Komedi Dükkanı dünyanın en gereksiz, en saçma, en mierda programı.

* Beyaz Show halen yayında. Evet biliyorum siz de çok şaşırıyorsunuz.

* 2011'den neler bekliyorsunuz gibi bir soru sordular bana doktorlarda gezinirken yerel televizyon için; "beyaz tenli ve siyah saçlı biri olsa hiç fena olmaz" demiştim. Halen cevabımı televizyonda yayınlamadılar aşk olsun. Kaçırmışsam da bana aşk olsun.

* Erdek'i özledim. bildiğin özledim. Bu yıl tatil yapamadım belki de ondandır. Seni çok daha iyi anlamaya başladım çalışan insan.

* TnK çok iyi bir grup olma yolunda emin adımlarla ilerliyor.

* Revolters bir Türkiye turnesine çıksa mesela, Bahar Şenlikleri öncesi şöyle...

* Galatasaray Culio diye birini almış. Molly beklemede, Yumurcak Tv panikteymiş.

* Tramvay pahalı. Bir şeyler yapsınlar şunun için.

* Gondollarla ulaşım başlamış galiba Eskişehir'de. Porsuk donsa...

* Beer Park diye bir mekan var güzel olmuş.

* Ne güzel bir kitaptın Timbuktu.

* Yeni yazar alımından sonra sözlük çok bozuldu (geleneği bozmayalım).

Eyyorlamam bu kadar. Bir "Şöyle Oldu Böyle Oldu" yazımızın daha sonuna geldik. Blog artık işleyecek. Bu kadar uzun bir ara vermek durumunda kaldığımız için özür dileriz.